(3’üncü bölüm) – Kocaeli Kent https://kocaelikent.com Hayal Defterim Sun, 13 Aug 2023 19:23:35 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://kocaelikent.com/wp-content/uploads/2020/06/cropped-küçük-logo-KK-32x32.jpg (3’üncü bölüm) – Kocaeli Kent https://kocaelikent.com 32 32 Adalet Kavramı-islam’da insan hakkı (3’üncü bölüm) https://kocaelikent.com/adalet-kavrami-islamda-insan-hakki-3uncu-bolum/ Thu, 13 May 2021 22:46:44 +0000 https://kocaelikent.com/?p=58770 Adalet Kavramı-islam’da insan hakkı (3’üncü bölüm) … “Her şeyden önce “adalet” kavramınım doğru bilgisine ihtiyaç vardır. Adaletin ne olduğu bilinmeksizin, adaletin gerçekleştirilebileceği ümidine de yer olmaz…” ayrıntılar hayaldefterim de…
Prof. Dr. Hüseyin Hatemi

Adalet Kavramı-islam’da insan hakkı (3’üncü bölüm)

Hukuk Devleti, “Adalet’i gerçekleştirebilen Devlet” olduğuna göre; adaletin “adl” ve “kist” boyutlarını gerçekleştiremeyen bir Devlet; “Hukuk Devleti” olamaz. Bunun için de her şeyden önce “adalet” kavramınım doğru bilgisine ihtiyaç vardır. Adaletin ne olduğu bilinmeksizin, adaletin gerçekleştirilebileceği ümidine de yer olmaz. “Eşitlik adaletinin insan hakları alanında yürürlükte olduğunu mükerreren söyledik. Oran adaletinin, “kıst”n uygulama alanı neresidir? “Kist”; kamu görevlerinin dağıtımında söz konusu olur.

Çünkü kamu görevlerinin dağıtımı alanı; insan hakları alanı değildir. Velâyet-i emrin icrâsi; eşitlik ilkesini değil liyakat ve ehliyet ilkesini ilgilendirir. Kuran-1 Kerîm; “emanetleri ehline tevdi edin!” buyurur (Nisa, 4/58). “Kıst” ilkesinin ikinci uygulama alanı “cezalandırma” alanıdır. Cezalar ve cezalandırılma, “insan hakkının tanınması ve sağlanması” demek değildir.

“Müstahıkk” olduğu ölçüde cezalandırılmak, her şeyden önce, cezalandırılanın değil, diğer toplum bireylerinin insan hakkının güvencesidir. Bu alanda cezalandırılanın insan hakkı; sanığı koruyan ilkelerde ve suçlu olduğu sabit olana bile işkence yapılamayışı ve insanlık onuruna aykırı ceza verilemeyişinde kendisini gösterir.

“Kıst”ın bir önemli uygulama alanı da Mâûn düzeninde herkese insanlık onuruna yakışan hayat seviyesi sağladıktan sonra; herkese emeğinin karşılığı da verilebilmesidir.

Bir toplum düzeninde “adl” sağlanmadıkça, o düzen “Hukuk Devleti” olarak nitelendirilemez. “Kıst” sağlanmadıkça da yine o düzen kâmil bir Hukuk Devleti olamaz. İslâm’a düşmanlık “Hukuk Devleti”nin de Batı Düşüncesinin bir ürünü olduğunu ileri sürerler.

Oysa, “insan hakkı”nda olduğu gibi, sadece “terim” Batı ürünüdür. Üstelik bu besleyenler; terim de pek iyi bir terim değildir. Bir Devletin Pozitif Hukuk Kurallarının var olması ve bu kurallara uyulması; bu toplum düzeninin “Adalet Devleti” demek olduğunu göstermez.

]]>
Veda Hutbesinin İnsan Hakları yönünden kısa tahlili (3’üncü bölüm) https://kocaelikent.com/veda-hutbesinin-insan-haklari-yonunden-kisa-tahlili-3uncu-bolum/ Fri, 07 May 2021 23:14:51 +0000 https://kocaelikent.com/?p=58787

Veda Hutbesinin İnsan Hakları yönünden kısa tahlili (3’üncü bölüm) … “Bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.): ‘Kim malini, canını, dinini, ırz ve namusunu korumak için mücadele ederken öldürülürse o şehittir’ buyurmuştur.” ayrıntılar hayaldefterim de…
Prof. Dr. Mehmet ŞENER

Veda Hutbesinin İnsan Hakları yönünden kısa tahlili (3’üncü bölüm)

“Irz ve namuslarınız da her türlü tecavüzden korunmuştur.” ifadesi de kişilerin ırz ve namusunun muhterem ve dokunulmaz olduğunu kesin çizgilerle belirlemektedir. Buna göre kişinin özel hayatının tecessüsü, gizli yönlerinin araştırılması, âile hayatı ile ilgili sırların ifşå edilmesi haram ve yasaktır. Kişinin harimi anlamına gelen “harîmü’r-racül” diye bir terim vardır ki bu, hukuki anlamda bir insanın koruması, himâye etmesi üzerine vâcip olan şey demektir. Başka bir ifade ile başkasının, kişiye haksız yere tecavüzü halinde hukuk kuralları çerçevesinde müdahale edeceği, savunacağı şeylerdir ki bunlar, dilimizde ırz ve namus kelimeleri ile ifade edilirler.

“…kişinin canına, malına, ırz ve namusuna…”

İslâm hukukuna göre kişinin canına, malına, ırz ve namusuna, aile efradına yani harimine dışardan haksız bir saldırı olduğu zaman onları koruma ve gerekirse saldırıyı defetme yani meşru müdafaa hakkı tanınmıştır. Bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.): “Kim malini, canını, dinini, ırz ve namusunu korumak için mücadele ederken öldürülürse o şehittir” buyurmuştur. Allah Rasûlü, bu açıklamaya çalıştığımız; can, mal, ırz ve namus gibi kişinin doğrudan şahsı ve ailesiyle ilgili şeylerin oldukça önemli olduğunu göstermek ve bunu vurgulamak amacıyla, bu tarihî hutbesinin hemen başında buna yer vermiş ve tebliğ ettiğine dair muhataplarından söz almıştır.

“Tefecilik gibi bir sömürü düzenini yasaklamış”

“Fâizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerekir. Ne zulmediniz ne de zulme uğrayınız. Allah’ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahiliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır” sözleri yukarıda açıklamaya çalıştığımız, mülkiyet hakkı ile malların dokunulmazlığı ve haksız kazancın yasak olduğu hususları ile doğrudan ilgilidir. Yani Hz. Peygamber, bu değerli sözleriyle tefecilik gibi bir sömürü düzenini yasaklamış ve ortadan kaldırmıştır.

“Cahiliyet devrinde görülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır” sözleri de kişi dokunulmazlığı, yaşama hakkı, toplum düzeni ve sosyal güvenle doğrudan ilgili olup, kan davalarının kaldırılmasıyla, toplumu altüst eden anarşi önlenmiş, bunların yerine kardeşlik ilkesi tesis edilmiştir. Şurası bir gerçektir ki, bu emir ve yasaklar kâğıt üzerinde kalmamış, bizzat Hz. Peygamber tarafından toplum hayatına uygulanarak ideal manada bir İslâm birlik ve kardeşliği tesis edilmiştir. İşte bu nesil dünyada benzeri görülmemiş örnek bir nesil olmuştur.

]]>
Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (3’üncü bölüm) https://kocaelikent.com/felsefi-temeli-islamda-insan-hakki-kavrami-3uncu-bolum/ Mon, 03 May 2021 21:59:27 +0000 https://kocaelikent.com/?p=58737

Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (3’üncü bölüm) … “saçıp savurma, israf ve sefahati önlenebilse idi, İslâm’ın yoksulluğu toplumdan kaldırma ve “Maûn” düzenini kurma hedefine varılmış olurdu…” ayrıntılar hayaldefterim de…
Prof. Dr. Hüseyin Hatemi

Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (3’üncü bölüm)

“İnsan*hakkı”; sadece kapsamı belirsiz bir genel ilke olarak değil, maddî ve manevî boyutları ile tam olarak “birey”e tanınmıştır. “İnsan hakkı”nın tam olarak tanınmış sayılması için, herşeyden önce, yaşama hakkı tam bir güvenceye bağlanmalı, hukukî ve İktisadî bakımdan, birey “can derdine düşürülmemelidir. İslâm; bir yandan “Maûn” düzeni ile (Mâûn Suresi) İktisadî bakımdan toplumsal dayanışmayı sağlama hedefini tesbit etmiş, yine insanların geliri ve serveti üzerinde çalışıp kazanamayanlar için bir talep hakkı getirmiş, diğer yandan da yaşama hakkını hukuken de güvenceye bağlamıştır.

Servet sahibi; tıpkı bir aile içinde “nafaka” yükümü gibi, yoksul için, çalışıp kazanamayan için, ânî bir musibet dolayısı ile muztarr durumda kalan için, malvarlığı üzerinde “sail ve mahrumun belirli oranda hakkı” bulunduğunu bilmelidir (Zâriyat, 51/19; Meâric 70/25).

Kur’an-ı Kerîm; bunu “ihtiyarî ve cüz’î bir bağış” olarak değil bir “vergi” olarak belirlemiştir. İhtiyacından fazla kazanandan; %2,5 (Kırkta bir) oranında servet vergisi; beşte bir oranında (%20) da gelir vergisi alınır. Bu vergiler bütün servet sahiplerinden aynı oranda alınabilse ve yöneticilerin gayri-meşru sarfiyati; saçıp savurma, israf ve sefahati önlenebilse idi, İslâm’ın yoksulluğu toplumdan kaldırma ve “Maûn” düzenini kurma hedefine varılmış olurdu. Oysa böyle olamadı. Böyle olması için Ebu Zerr gibilerin çabası; imtihan âlemi olan Dünyada, böyle olmaması için düzen kuranlar karşısında mağlûp oldu. Şerî vergi (tekálîf) gerçek anlamını yitirdi ve bunun yerine yoksula yüklenen örfi vergiler aldı. Oysa vergi de insan hakkının güvencesi olmalı idi, yöneticilerin kendilerinden menkul “israf ve sefahat haklarının” değil!

]]>
İslam’da İnsan Hakkı ve Adalet Kavramları üzerine (3’üncü bölüm) https://kocaelikent.com/islamda-insan-hakki-ve-adalet-kavramlari-uzerine-3uncu-bolum/ Sun, 19 Apr 2020 21:03:06 +0000 https://kocaelikent.com/?p=58721

İslam’da İnsan Hakkı ve Adalet Kavramları üzerine (3’üncü bölüm) … “Batılı güçlere karşı gırtlağına kadar borçlanmış yöneticiler, artık Kırım Savaşı müttefiklerine karşı seslerini yükseltebilecek durumda değildirler…” ayrıntılar hayaldefterim de…
Prof. Dr. Hüseyin Hatemi

İslam’da İnsan Hakkı ve Adalet Kavramları üzerine (3’üncü bölüm)

Ne var ki onyedi yıllık kısa bir dönem sonra sâdır olan Islahat Fermanında ise artık bu hava yoktur. Artık “İslam imiş âleme pa-bend-i terakkî / Evvel yoğ idi, işbu rivayet yeni çıktı!” dönemi başlamıştır. Çünkü Tanzimat Fermanu bir başlangıçtır ve ardında henüz yeterli derecede bir bağımlılık birikimi yoktur. Bu başlangıçtan henüz yirmi yıl bile geçmemiş iken; Batılı güçlere karşı gırtlağına kadar borçlanmış yöneticiler, artık Kırım Savaşı müttefiklerine karşı seslerini yükseltebilecek durumda değildirler.

Islahat Fermanı; yerine getirilmeyecek olan bir “Örf’den “Şer” dönüş fermanı değildir, Müslüman olmayan tebaa için, bunların dış koruyucuları karşısında bazı vaatlerden ibarettir. Esasen bir toplumun hayatında ondört-onbeş yıllık bir süre, oldukça önemli bir süredir, bir sonraki neslin eğitildiği süre demektir. Yöneticiler; bir sonraki nesli bu süre boyunca iyi veya kötü bir yönde eğitebilirler.

Tabiatıyla, bunun için, karşı-etkilere maruz kalmaksızın, yeni nesli bu etkilerden “soyutlayabilecek”, tecrid edecek güce de sahip olmaları gerekir. Ne de olsa, hiç değilse okullarda bu havayı sağlayabilmiş iseler, meselâ 1839’dan yirmibeş yıl kadar sonra yönetimde söz sahibi olmaya başlayan nesil, elbette bir önceki nesil gibi olmaz.

İşte bunun içindir ki, Batılaşma döneminden önceki nesil, gerileme sebebini “örf”e bağlanış olarak görür ve tekrar insan hakkının güvencesi olan İslâmî ilkelere dönüş özlemini Tanzimat Fermanında dahî ifade ederken -veya yöneticiler muvazaalı olarak bu özlemin ifadesine Tanzimat Fermanında yer verme gereğini duyarken- Islahat Fermanından sonraki dönemde, artık İslâmî değerlerden bahsedenler önce “mutaassıp”, İkinci Meşrutiyet’ten sonra “mürteci”, Cumhuriyet’ten bir sürece sonra “gerici” veya “yobaz”, bu anlayışa İslâmî tepkiler başladıktan sonra ise “çağdaşlık veya lâiklik düşmanı fundamentalistler” olarak nitelendirilmişlerdir.

]]>
İnsan Haklarının İlahi Temelleri (3’üncü bölüm) https://kocaelikent.com/insan-haklarinin-ilahi-temelleri-3uncu-bolum/ Tue, 14 Apr 2020 02:34:24 +0000 https://kocaelikent.com/?p=58696

İnsan Haklarının İlahi Temelleri (3’üncü bölüm) … “Nihayet İmparatorluğun yıkılmasından sonra küçük prensliklere bölünen Hristiyan dünyasında papalık ve kilise teşkilatı en etkili siyasi güç durumuna yükseldi…” ayrıntılar hayaldefterim de…
Prof. Dr. Şükrü KARATEPE

İnsan Haklarının İlahi Temelleri (3’üncü bölüm)

Romalılar, Hristiyanlığın ilk dönemlerinde Hz. İsa’ya inananlara çok zulüm yaptılar. Fakat uzun mücadeleler sonunda güçlenen Hristiyanlık, sonunda Romanın resmi dini oldu. Merkezi Vatikan olmak üzere, Hristiyan dünyasının tamamını kontrol eden geniş bir merkezi teşkilat kuran papalık, devlet içinde devlet olmuştu. Devletin gücü azaldıkça papalığın gücü arttı. Nihayet İmparatorluğun yıkılmasından sonra küçük prensliklere bölünen Hristiyan dünyasında papalık ve kilise teşkilatı en etkili siyasi güç durumuna yükseldi. Emrindeki geniş teşkilatı kullanarak siyasi, sosyal, kültürel ve dini hayatı tamamen tekeline geçiren kilise, her alanda doğru olanın ölçüsünü kendisi koymaya başladı. Papazların, kendilerine itaat etmeyen kralları bile aforoz ederek tahttan uzaklaştırabildiği bu dönemde Avrupa’da Katoliklik dışındaki din ve mezhepler yasaklanmıştı.

“Katoliklik dışındaki Hristiyan mezheplerine hürriyet tanındı”

Papanın ve ruhbanlar teşkilatının toplum üzerindeki hakimiyeti, Avrupa’nın dışa açılmasına kadar devam etti. Haçlı Seferleri ve coğrafi keşiflerle dışa açılan Avrupalılar, insanların Katoliklik dışındaki din ve mezheplere inandıklarını, İslâm ülkelerinde Hristiyan, Müslüman ve Yahudilerin aynı yerleşim merkezlerinde bir arada yaşadıklarını, aralarında evlilik yaparak akrabalık kurduklarını gördüler. Bilgi ve görgüsü artan Avrupalılar, papazların toplum üzerindeki mutlak egemenliğine karşı mücadele başlattılar. Bu mücadelenin ilk aşamasında Katoliklik dışındaki Hristiyan mezheplerine hürriyet tanındı. Sömürgecilik döneminde ise Müslüman, Hindu ve Budist toplulukları yönetmek durumunda kalan Avrupalılar, bu din ve mezheplere mensup olanların hak ve hürriyetlerini tanımak zorunda kaldılar.

“Avrupa’da soylular, yönetme yetkisini tekellerinde tutuyor…”

Rönesans ve reform hareketleriyle kiliseye karşı verilen mücadele, Fransız İhtilali ile kesin zafere ulaştı. Fransız İhtilalinin fikrî temellerini hazırlayan 18. yüzyıl düşünürleri, modern anayasalarda yer alan hak ve hürriyetlerin hayata geçirilmesinde öncülük yaptılar. 18. yüzyıl düşünürlerinin ve Fransız İhtilalinin getirmiş olduğu en büyük yenilik, “soyluların yönetim tekeline vermek” olmuştur. Bu tarihe kadar Avrupa’da soylular, yönetme yetkisini tekellerinde tutuyor ve bu yetkinin kendilerine doğuştan verilen ayrıcalık olduğunu savunuyorlardı. Doğrusu, kilise ve rahipler de bu görüşü benimsiyor ve soylularla iktidarı paylaşıyorlardı. Nerede bir kral yada prens varsa yanında bir papaz ya da kardinal yer alıyor ve kullanılan iktidarı tanrı adına meşrulaştırıyordu.

]]>