(4’üncü bölüm) – Kocaeli Kent https://kocaelikent.com Hayal Defterim Sun, 13 Aug 2023 19:23:31 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://kocaelikent.com/wp-content/uploads/2020/06/cropped-küçük-logo-KK-32x32.jpg (4’üncü bölüm) – Kocaeli Kent https://kocaelikent.com 32 32 Veda Hutbesinin İnsan Hakları yönünden kısa tahlili (4’üncü bölüm) https://kocaelikent.com/veda-hutbesinin-insan-haklari-yonunden-kisa-tahlili-4uncu-bolum/ Sat, 08 May 2021 23:17:44 +0000 https://kocaelikent.com/?p=58790

Veda Hutbesinin İnsan Hakları yönünden kısa tahlili (4’üncü bölüm) … “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi sırf birbirinizle tanışasımız diye milletlere ve küçük küçük kabilelere ayırdık.” ayrıntılar hayaldefterim de…
Prof. Dr. Mehmet ŞENER

Veda Hutbesinin İnsan Hakları yönünden kısa tahlili (4’üncü bölüm)

Hz. Peygamber (s.a.v.), faizi ve tefeciliği yasaklarken, kan dâvasını kaldırırken bunları önce kendi yakınlarında uygulamış ve böylece uyulması gereken örnek bir davranış sergilemiştir.

“Teammüden, bilerek haksız yere adam öldürmek kısası gerektirir” sözü ile yukarıda temas ettiğimiz cana kastetmek, kan davası güderek öldürmek gibi cinayetlerin cezası belirtilmiş olmaktadır.

“İnsanların eşit olduğunu kesin çizgilerle gözler önüne sermiştir”

“Ey insanlar! Rabbiniz bir, babanız birdir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız, Adem ise topraktandır. Allah yanında en değerli olanımız. O’na en çok saygı gösterip, emirlerine uyanınızdır. Arab’ın Arap olmayana bir üstünlüğü yoktur. (Eğer varsa) bu, ancak takva iledir.” Hz. Peygamber (S.A.V.) bu edebi ve veciz sözleriyle bütün insanların Rabbinin bir olduğunu, aynı anne babadan türediğini ve insanların eşit olduğunu kesin çizgilerle gözler önüne sermiştir. Fizikî eşitliğin esas olduğunu vurgulayan bir ayette: “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi sırf birbirinizle tanışasımız diye milletlere ve küçük küçük kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki sizin Allah katında en şerefliniz, takvaca en ileri olanımızdır.” buyuruluyor.

“Sonunda Rasûlullah’ın dostu Üsâmeyi elçi olarak gönderdiler”

Bir hadiste de: “İnsanlar tarağın dişleri gibi eşittirler.” buyurulmaktadır. Bu ayet ve hadislere göre insanların fizikî yapılarından gelen; cinsiyet, irk, renk, dil, soy-sop ve benzeri faktörler, hiçbir zaman eşitliği zedeleyecek ve üstünlük sağlayacak nitelikte değildir. 0 halde bütün insanlar, insan olmaları itibariyle eşittirler. Kanun nazarında herkes eşittir ve prensip itibariyle eşit muameleye tâbidirler. Kureyşten asîl bir kadın hırsızlık yapmış, bu durum ailesine ağır gelmişti. Bunun cezasını affettirmek için bir yolunu araştırıyorlardı. Sonunda Rasûlullah’ın dostu Üsâmeyi elçi olarak gönderdiler, o durumu arz ettikten sonra, Hz. Peygamber bundan hoşlanmamış ve bunun üzerine: “Sizden önceki milletlerin helak olmalarının sebebi şudur ki: İçlerinden şerefli birisi hırsızlık edince onu bırakır, cezalandırmazlar; zayıf birisi hırsızlık edince ona el kesme cezasını uygularlardı. Allah’a yemin ederim ki Muhammed’in kızı Fâtıma da hırsızlık etse, şüphesiz onun da elini keserdim.” 10 buyurarak herkesin kanun önünde eşit olduğunu belirtmiştir.

]]>
Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (4’üncü bölüm) https://kocaelikent.com/felsefi-temeli-islamda-insan-hakki-kavrami-4uncu-bolum/ Tue, 04 May 2021 22:02:53 +0000 https://kocaelikent.com/?p=58740

Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (4’üncü bölüm) … “İnsan hakkının sağlanmadığı, “Maûn düzeni” niteliğinin görünmediği bir toplum düzeni de Hukuk (Adalet) Devleti olarak nitelenemez…” ayrıntılar hayaldefterim de…
Prof. Dr. Hüseyin Hatemi

Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (4’üncü bölüm)

Bir tebliğin uygulanmamasının vebâli, tebliğde bulunana değil uygulamayanlara yüklenir. İslâm tebliğinde “Mâûn düzeni” açısından da eşsiz bir ihtişam vardır. İnsanlık bunun bilincine varıp da hilâfet ödevini gerçekleştirecek yerde “mustaz’af” olarak kalıyorsa ve “müstekbir”ler de onların bu durumda kalması için çeşitli düzenler kuruyorsa, durum kendiliğinden düzelecek değildir.

“Maûn düzeni yoksa Hukuk Devleti olunmaz”

Yaşama hakkının İktisadî güvencelerini görmezlikten gelenler; bu güvenceleri ve dolayısı ile yoksulun ve muhtacin “hakk-t ma’lûm”unu “sosyal haklar” diye ayırır ve bunları “hakim baskı gruplarının keyfi isterse” anlamına gelen bir vaadeye bağlarlar. Böyle olduğu sürece de insan hakkı tam anlamı ile bireye sağlanmış olmaz. İnsan hakkının sağlanmadığı, “Maûn düzeni” niteliğinin görünmediği bir toplum düzeni de Hukuk (Adalet) Devleti olarak nitelenemez. “Klâsik insan hakları ve sosyal haklar” ayırımı bir “aldatmaca”dan ibarettir.

“insanın kölelikten kurtarılması”

Kur’an-1 Kerîme göre; insana “hilâfet” ödevi verilmesi demek; “iki sarp yokuş” gösterilmesi demektir. Bunlardan birisi klâsik anlamda insan haklarıdır; insanın kölelikten kurtarılması, hukukî esaret bağlarının çözülmesidir (Fekk-i rakabe). İkinci sarp yokuş ise, Maûn düzeninin gerçekleşmesi, insanlara -bugünkü terimle- meşru sosyal haklarının verilmesidir. Hilâfet ödevinin yerine getirilmesi; İslâm’ın Hukuk (Adalet) Devleti düzeninin kurabilmesi demektir.

Bunun için de bu iki önemli ve ağır görev arasında “mülazeme” ilişkisi vardır. İnsan haklarının sadece hukukî veya sadece İktisadî güvenceleri sağlanmakla Hukuk Devleti kurulmuş olamaz (Beled, 90/13’e bakınız).

]]>
İslam’da İnsan Hakkı ve Adalet Kavramları üzerine (4’üncü bölüm) https://kocaelikent.com/islamda-insan-hakki-ve-adalet-kavramlari-uzerine-4uncu-bolum/ Mon, 20 Apr 2020 21:07:04 +0000 https://kocaelikent.com/?p=58723

İslam’da İnsan Hakkı ve Adalet Kavramları üzerine (4’üncü bölüm) … “Nitekim Hobbesun öğretisinde “toplumsal sözleşme”den insan hakkı değil bir “canavar”, “Leviathan”, sınırsız güce sahip olan “Devlet” çıkmaktadır…” ayrıntılar hayaldefterim de…
Prof. Dr. Hüseyin Hatemi

İslam’da İnsan Hakkı ve Adalet Kavramları üzerine (4’üncü bölüm)

Oysa “insan hakkı”, “adalet”, “hukuk (-adalet) devleti” kavramlarını insanlığa veren; ilâhi vahydir. Ilahî vahy; Adem’in (A.S.) “hubût’u ve Arafat’da ve “insanlık için kurulan ilk İlahî değerler dizisini, ilahî sevgi ve adâlet ahlâkını insanlığa tebliğ etmesi dolayısı ile bu doğru öğretiyi insanlığa tanıtmasa idi; bencil içgüdülerine, nefs-i emmarelerine tabi olarak yaşayan “insan sürüleri”, “enbiyadan yaşarım milstağni/Bir örümcek götürür Hakk’a beni!” deme imkânını biraz zor bulurlardı. Materyalist düşünürlerin düzüp koştuğu “toplumsal sözleşme”, insana insan hakkını sağlayamazdı. Nitekim Hobbesun öğretisinde “toplumsal sözleşme”den insan hakkı değil bir “canavar”, “Leviathan”, sınırsız güce sahip olan “Devlet” çıkmaktadır. Hiç kimse; kendisinde olmayan bir şeyi başkasına sağlayamaz (Nemo plus luris transferre potest quam ipse habet).

“Toplumsal sözleşme”nin tarafı olanların hiçbirinde “insan hakkı” yoksa, “iki yoktan ne çıkar, fikredelim bir kerre!”. “Hiç” ten hâsil olan ancak “hiç” tir. Hobbesun vardığı sonuçlar; aslında ilâhî vahy temeline dayanmayan bir Öğreti’nin vahîm sonuçlarını bize öğretmesi gerekirdi.

Roussesau gibi düşünürler ise, “ilâhî vahy”den aldıkları değerleri “lâik” ortama aktarmaya çalışmışlar, fakat bu aşıda tutmamıştır. Bu gibi kurgular, Hazret-i İsa’nın (A.S.) tebliğinde, evini sağlam kaya üzerine değil kumsal üzerinde kurmaya benzetilir.

]]>
İnsan Haklarının İlahi Temelleri (4’üncü bölüm) https://kocaelikent.com/insan-haklarinin-ilahi-temelleri-4uncu-bolum/ Wed, 15 Apr 2020 02:42:49 +0000 https://kocaelikent.com/?p=58699

İnsan Haklarının İlahi Temelleri (4’üncü bölüm) … “Çünkü, sözde dindar olan papazların yüzyıllarca tanrı adına soyluların zulmünü onaylamaları, hak ve hürriyet mücadelesinde bayrağın lâiklere geçmesine neden olmuştur…” ayrıntılar hayaldefterim de…
Prof. Dr. Şükrü KARATEPE

İnsan Haklarının İlahi Temelleri (4’üncü bölüm)

18. yüzyıla kadar iktidar tekelini elinde tutan soylular ve onlara destek olan rahipler, kendilerinin diğer insanlardan üstün olduklarına, hak ve hürriyetlerden sadece kendilerinin yararlanması gerektiğine inanıyorlardı. Bu inancın yıkılmasına karşı mücadele veren 18. yüzyıl düşünürleri ise insanların doğuştan eşit ve hür olduğunu söyleyerek “hürriyet” ve “eşitlik” kavramlarına geniş yer verdiler.

“Bayrağın lâiklere geçmesine neden olmuştur”

“Hürriyet” ve “eşitlik” dinî nitelikli kavramlardır ve İlâhî kitaplarda yer almıştır. Buna rağmen, lâik eğilimi güçlü olan 18. yüzyıl düşünürlerinin, “hürriyet” ve “eşitlik” için mücadele vermeleri bir çelişki değildir. Çünkü, sözde dindar olan papazların yüzyıllarca tanrı adına soyluların zulmünü onaylamaları, hak ve hürriyet mücadelesinde bayrağın lâiklere geçmesine neden olmuştur. Papazların görmemezlikten geldiği gerçeği lâik aydınlar görmüşlerdir. Fakat 18. yüzyıl düşünürleri “hürriyet” ve “eşitlik” kavramlarını kendi dünya görüşlerine göre yorumlamışlar ve bu kavramlara lâik anlamlar yüklemişlerdir.

“‘Hürriyet’ Kapitalistlerin, ‘Eşitlik’ ise Sosyalistlerin savunma aracına dönüştü”

18. yüzyıl düşünürleri tarafından savunulan ve Fransız Devrimi ile hayata geçirilen “eşitlik kavramı”, hiç kimsenin doğuştan getirdiği bir üstünlüğünün olmadığını, “hürriyet kavramı” ise toplumsal tabakalardan hiçbirinin diğerine hükmetme ayrıcalığına sahip olmadığını ifade ediyordu. Batıda kapitalizmin güçlenmesi ve buna karşı önlem olarak da sosyalizmin gündeme gelmesiyle, “hürriyet” daha çok kapitalistlerin, “eşitlik” ise sosyalistlerin kendilerini savunma aracına dönüştü. Kapitalistler, insanlara en geniş anlamda hürriyetin sağlanmasıyla tüm diğer hürriyetlerin kazanılacağını, sosyalistler ise eşitliğin sağlanması ile hürriyetlerin gerçekleşeceğini savundular.

“Devlet yönetiminde esas olan “adalet” tir”

İki asrı aşan “hürriyet” ve “eşitlik” mücadelesinde ne sosyalistlerin ne de kapitalistlerin vaat ettikleri hak ve hürriyet ortamı gerçekleşti. Bu kavramları hayata geçirenler, ilâh! köklerinden kopardılar ve tamamen nefsanî arzularına göre yorumladılar. Böyle olunca da adaletli bir yönetim gerçekleştiremediler. Devlet yönetiminde esas olan “adalet” tir. Adalet, ilâhı kökenli ve evrensel niteliği olan ilkeler üzerine kurulan hassas bir dengedir. Yine İlâhî kökenli “eşitlik” ve “hürriyet” ölçüleri “adalet”i gerçekleştirmenin araçlarından başka bir şey değildir. Dolayısıyla “hürriyet” ve “eşitlik” ancak “adalet” ile birlikte gerçek anlamına kavuşmaktadır.
İslâm hukukunda güvenceye alınan insan hakları evrenseldir. Temel haklardan yararlanma bakımından insanlar arasında herhangi bir fark gösterilmemiştir. Çünkü:
“İnsanlar tek bir ümmettir.” (Yunus, 19) “insanlar bir tek candan yaratılmış ve çoğaltılmışlardır. “(Nisa, 1) “Ademoğulları mükerrem ve şerefli kılınmıştır. “(Isra, 70) “insanlar bir tarağın dişleri gibidir.” “Arabın Arap olmayana, beyazın siyaha doğuştan bir üstünlüğü yoktur.”

]]>