Destinasyon – Kocaeli Kent https://kocaelikent.com Hayal Defterim Sun, 28 Apr 2024 21:55:06 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.2 https://kocaelikent.com/wp-content/uploads/2020/06/cropped-küçük-logo-KK-32x32.jpg Destinasyon – Kocaeli Kent https://kocaelikent.com 32 32 Ermeni Raporu-10-İlk Başbakan Ovanes Kaçaznuni’nin Sunumu-7 https://kocaelikent.com/ermeni-raporu-10-ilk-basbakan-ovanes-kacaznuninin-sunumu-7/ Sun, 28 Apr 2024 21:49:12 +0000 https://kocaelikent.com/?p=166450 Sana soruyorum: “Siyasal bir parti, bugün yapacağı bir şey yoksa, kendi varlığını belirsiz bir gelecek için muhafaza edebilir mi… zira bugünkü faaliyetsizlik onu öldürür; iş yapmadan hangi varlıktan söz edilebilir?”- kocaelikent

Daha sonra, senin öngördüğün durumda Ermenistan’ı, EDP Taşnaksutyun’un kurtaracağını sana kim söyledi?
O günün şimdi gelmiş olduğunu düşün: Ruslar yok ve Türkler duruma hakimdir; onlarla anlaşmak, barış yapmak gerekir. Parti olarak bizim, böyle bir rol için ehliyetli aktörler olduğumuzdan emin misin?

Hangi nedenlerden dolayı Türklerin gözünde arzu edilen ve makbul aracılar olmalıyız?

Bolşeviklere karşı olduğumuz için mi? Ama biz karşı olduğumuz dönemde Türkler kendileri onlarla dosttu ve ortak politikalar izliyorlardı.

Brest-Litovsk’ta Bolşeviklerle anlaşma yaptıklarında biz, Türklere karşı ayaklandık ve hatta bu anlaşmayı sabote etmek için savaştık bile. Bolşeviklere ise, Türkleri sevdiğimiz için düşman olmadık; biz hem Bolşeviklerin hem de Türklerin düşmanı olan İtilaf devletlerinin kampındaydık. Türkiye’den “denizden denize” Ermenistan talep etmekteydik … Hem Kilikya’yı, hem Harbert’i, hem Sivas’ı, hem de Trabzon’u. Biz Sevr Antlaşması’nı imzaladık; bu antlaşma Türkiye’yi mahvedecekti. Ordularını Türkiye’ye göndermeleri ve Türklerin tartışmasız olarak bize ait olduğunu söyledikleri vilayetlerde hakimiyetimizi tesis etmeleri için Avrupa ve Amerika’ya resmi çağrılar yaptık.

Nihayet şu da var ki, var olduğumuz sürece aralıksız olarak Türklerle savaştık.

Türklere ne gibi bir güven telkin edebiliriz? Neden onlar bizi aracı olarak diğerlerine tercih etmelidirler?
Yoksa bizim gücümüzü mü dikkate alacaklar?

Ama biz ülkemizde iktidarken Türkler bizim gücümüzü gördüler ve sanıyorum bu güce saygı göstermek ya da ondan korkmak için özel bir nedenleri yok.

Eğer Türklerle anlaşmak dışında başka hiçbir kaygımız olmasaydı, Taşnaksutyun’un sahneden çekilmesi için bir tek bu yeterliydi.

Türkiye, Almanya ile ilişkilerini koparma ve İtilaf devletleriyle anlaşma ihtiyacı hissettiğinde, İttihat’ı bizzat kendisi feshetti.

Doğal olarak bir soru soruyorsun: Bolşevikler yok, Taşnaksutyun yok, peki Türklerle kim anlaşacak?

Bu ayrı bir konudur ve ben bu konuya döneceğim. Şimdilik Türklerle konuşacak tarafın her halükarda Taşnaksutyun olmayacağını tespit edelim.

DİĞER KOMŞULARLADA -GÜRCÜLER VE AZERBAYCANLILARLA- BERABER YAŞAM…

Diyorsun ki, beraber yaşama konusu bağlamında Taşnaksutyun’un yaşaması gereklidir. Fakat, azizim, sen unutuyorsun ki, Güney Kafkasya devletleri arasında böyle bir birlikte yaşam, sadece dostça yaşamak anlamında değil, çok sıkı bir ittifak biçiminde gerçekleşmiştir.

Sen bunun, Moskova karşısında duyulan korkunun eser olduğunu söylersin.

Öyle olsun. Gerçek şu ki, Ermeni, Tatar ve Gürcü Bolşevikler, bizim; yani Taşnakların, Musavatçıların ve Menşeviklerin gerçekleştiremediği bir şeyi gerçekleştirebildiler.

Komşuların bir arada yaşayabilmesi bakımından Güney Kafkasya’daki durumun; bizim dönemimize kıyasla bugün daha iyi olduğunu kabul etmen gerekir. İnsanlar artık birbirlerini öldürmüyor, şehirleri ve köyleri yok etmiyor, gece gündüz ellerinde silah nöbet tutmuyorlar. Serbestçe dolaşıyor, sınırları geçebiliyor, ticaret yapıyor ve belki de “keyif” için bir araya gelebiliyorlar.

Neden biz böyle bir durumu oluşturamadık? Yoksa istemiyor muyduk? Gerekliliğini anlamıyor muyduk? Hem anlıyor hem istiyor hem de çok çalışıyorduk. Samimi olarak çalıştık ama başarılı olamadık.

NEDEN BAŞARILI OLAMADIK? VE İLERİDE GEÇMİŞE GÖRE DAHA ŞANSLI OLABİLECEĞİMİZİN GARANTİSİ NEDİR?

Öyle anlaşmazlıklar var ki, biz Güney Kafkasyalılar dış müdahale olmadan onları çözemedik ve bugün de çözemeyiz (bizim yurtdışındaki görüşmeleri hatırla).

Gürcistan Güney Kafkasya’da kendisine imtiyazlı bir durum sağlayabilmek istiyor, “tarihsel” sınırlarına yeniden sahip olmak istiyor, sadece Ahılkelek ve Ardahan’dan değil, hatta Lori ile Pembek’ten de vazgeçmek istemiyor. Doğal olarak Türkiye’ye yakınlaşmak ve ilişkiler kurmak isteyen Azerbaycan, ekonomik ve stratejik nedenler yüzünden Ermeni Karabağı’ndan ve etnik nedenler yüzünden de Şerur Nahçıvan’dan vazgeçmek istemiyor. Bunların arasında en mütevazı (çünkü en zayıf) olan Ermenistan; bir şeyi; kendi devlet varlığını sağlamak zorundadır. Üç buçuk eyaletin (Erivan, N or-Beyazıt, Eçmiadzin ve Şirak’ın yarısı) sınırlarına sıkışıp kalamaz. Gürcistan lehine Ahılkelek’ten ve Azerbaycan lehine de Dağlık Karabağ’dan vazgeçmesi durumunda, en azından Şerur ile Nahçıvan’ı elinde tutmalıdır; galip Türkiye lehine Kars’tan vazgeçmesi durumunda, Sürmeli ve Kağızman’dan vazgeçemez.

Çünkü, Ermenistan’ın dış dünyaya çıkışı yoktur. Avrupa ile ancak Gürcistan üzerinden bağlantı kurabilir.

Dolayısıyla, Gürcistan ona bir toprak parçası vermese de hiç olmazsa ciddi biçimde garanti edilen bir transit imkanı sağlamalıdır.

Ama ne Türkiye ne Gürcistan ne de Azerbaycan bu konuda Ermenileri (hatta bu asgari talepler çerçevesinde bile) tatmin etmeye yanaşıyor.

Yarın biz Taşnaklar, Ankaralı diplomatlarla, Gürcü Menşeviklerle ve Azerbaycanlı Musavatçılarla çuha masa etrafına oturduğumuzda, 1918, 1919, 1920 yıllarına ya da şimdi sadece içi boş teorik konuşmaların yapılabildiği yurtdışında olduğumuzdan daha akıllı olacağımızın garantisi nerededir?

Biz kendi aramızdaki ihtilallerin çözümü konusunda henüz olgunlaşmamışız;

Güney Kafkasya’da uluslar arasındaki barışı temin edebilmek için hala dış bir güce, yabancı bir otoriteye ihtiyaç duyulmaktadır… Acıklı ve utanç verici de olsa, gerçek budur.

BUGÜN SÖZ KONUSU DIŞ GÜÇ MOSKOVA’DIR. MOSKOVA’NIN YERİNE ANKARA’NIN GEÇMESİ DURUMUNDA BİZ ERMENİLER KAZANÇLI MI ÇIKACAĞIZ?

Kızılordu’nun Güney Kafkasya’dan çıkmasını talep ettiklerinde, Gürcü Menşeviklerini ve onlardan da daha iyi Azerbaycanlı Musavatçıları anlayabiliyorum. Onlar bu durumda söz hakkının Türkiye’de olacağını biliyorlar. Biliyorlar ve korkmuyorlar, korkmalarına bir sebep de yok.

Milliyetçi Azerbaycan açısından Türk hegemonyası istenen ve en cazip sonuçtur. Gürcistan, Azerbaycan lehine Zakatala’dan ve Türkiye lehine Acaristan’dan vazgeçer ve aynı zamanda sınırlarını Ermenistan hesabına yuvarlaklaştırırsa, makul bir devlet kurabilir; sınırlarının bir ucu dağlara diğer ucu denize dayanan ve böylece ulusal bir bütünlük arz eden Gürcistan yaşayabilir ve gelişebilir; ne Türkiye’yi tehdit eder, ne de kendisi ciddi bir tehditle karşılaşır.

Ya Ermenistan? Yani Türkiye ile Azerbaycan arasında kalan ve her ikisini tehdit eden, keza yer yüzünden silinebilmesi de gayet kolay olan Ermenistan hakkında da aynı şeyi söyleyebilir miyiz?

Kızılordu’nun Güney Kafkasya’dan ayrılması durumunda bizim Türkiye-Azerbaycan-Gürcistan bloğu karşısında yalnız kalacağımızı (zira Rusya’nın yerine geçebilecek olan bir gücü ben ufukta göremiyorum), Ermenistan’ın varlığının bir soru işareti altında olacağını bilmiyor musun?

İşte bu yüzden Ermenistan’ın Bolşeviklere (elbette ki Bolşevikler Rusya’da egemen olduğu sürece) sıkı sıkı sarılması gerekir.

Ama sen, günümüzdeki durumun bizim İsteğimize rağmen değişebileceğini söylüyorsun; Rusya’da Bolşevik iktidarı çökebilir ya da Bolşevikler şu veya bu nedenle Güney Kafkasya’yı terk edebilir.

Bu da olabilir. Ve her ne kadar istesek de Bolşeviklerin ömrünü uzatacak olanlar bizler değiliz.

Ama tekrar ediyorum, Taşnaksutyun bu durumda da Ermenistan’ı temsil edemez ve durumu kurtaramaz. Başka bir ad taşıyan, farklı psikolojiye ve farklı bir geçmişe sahip (veya geçmişi olmayan) yeni insanlar gerekecektir.

Mektup uzuyor, ama ben o kadar çok şey söylemek istiyorum ki … Tiflis’te, Erivan’ da, Zengezur’da ve hatta Tebriz’de böyle düşünmediğimizi yazıyorsun.

Evet böyle düşünmüyorduk. Ama bu, bizim bugün Paris’te ve Bükreş’te farklı düşünmemizi gerektiren bir neden mi?

Geriye dön ve bak … Ne kadar uzun bir yol katetmişiz. Tiflis’ten Erivan’a geldik.

Erivan’dan Zengezur’a, Zengezur’dan Tebriz’e, Tebriz’den de bilemiyorum nerelere geldik.

BU UZUN YOLUN BİZE BİR ŞEYLER ÖĞRETMESİ GEREKMİYOR MUYDU?

Yani geçmişten ders almak, gerçekleri öğrenmek ve artık bilinçli davranmak, ciddiyetsizlik ve fikir şaşkınlığı mıdır?

Ve de ‘Erivan ve Zengezur’da böyle düşünmedikse, bugün de farklı bir şey düşünmeye hakkımız yok’ diye tekrarlamak bir erdem midir?

Bizim “düşüncelerimiz” ne biçim dokunulmaz ve kutsal bir şey ki, onları gözden geçirmek ya da onların yerine başka bir şey koymak imkansızdır.

Ama benim görüşlerimde sizi bu kadar üzen ve “yeni” olan nedir; bu gerçekten de “yeni” midir ve “eski”ye karşı mıdır?

Belki de bu bir kendini kandırmadır, akli bir zaaftır ya da bilinçsiz bir ikiyüzlülüktür; ama gerçekten de ben kendi adıma, bu “yeni” olanı, bu “başka” olanı göremiyorum. Ben bugün ne düşünüyorsam (temel görüşler kastedilmektedir) 1920, 1918, 1914 yıllarında ve bütün hayatım boyunca da aynı şeyi düşünmüş olduğumdan kesinlikle eminim. Aynı düşünceler uzun yıllar boyunca beni yönlendirmiştir ve halen yönlendirmektedir. Bizim yeni inançlarımız yok, ben yeni putlar yaratmadım, eski tanrılarıma sadık kalmaktayım. Sana “yeni” görünen şey bana göre “eski”dir; eskinin devamı ve gelişmişidir.

Bunları kendimi aklamak için yazmıyorum. Biri kendi inancını dürüstçe ve içtenlikle yeniden değerlendiriyor, onun aslında bir inançsızlık olduğunu, tanrılarının yaşam emaresinden yoksun birer put olduğunu fark ediyor ise, bu günah ya da utanılacak bir şey değildir.

Benzeri bir macerayı ben yaşasaydım, “din değiştiren kişi” yakıştırmasından kesinlikle korkmaz ve yeni mabedime açıkça girerdim.

Fakat ben bugün mabedimi değil, rahip ile kutsal eşya muhafızını, yani fazla bir şeyi değil, sadece mabedin sıradan hizmetkarlarını değiştirmekteyim.

BEN NE DİYORUM?

Diyorum ki: EDP Taşnaksutyun hayatının mücadelesi –Ermenilerin siyasal kurtuluşu- için artık güçsüzdür; sahneden ayrılması ve yerini Ermeni Bolşeviklere bırakması gerekir, zira mevcut koşullarda bu mücadeleyi sadece onlar sürdürebilirler ve artık bunu yapmaktadırlar.

Böyle düşünerek ve bu öneriyi tartışmaya açarak, kendime ve kendi geçmişime ihanet mi ediyorum?

Hayır, ihanet etmiyorum. ihanet eden sizsiniz, zira aracı, işin kendisinden daha fazla sevmektesiniz.

Tanrı beni, bunu bilinçli olarak yaptığınızı düşünmekten korusun.

Sizin iyi niyetiniz konusunda ufak bir kuşkuya kapılmak için ne hakkım ne de bir nedenim var. Ama gerçek, gerçek olarak kalmaktadır.

Bu sözlerin akli dengesini kaybetmiş bir ihtiyara ait olduğunu bir an için unutmaya çalış (zira bu tür ihtimaller meseleleri halletmiyor, tersine karmaşık hale getiriyor) ve bir daha düşün … Belki de sözlerimin gerçeğin çok da uzağında olmadığını görebilirsin.

Genç yoldaşlar, biliyor musunuz, sık sık bana öyle geliyor ki, aranızda sadece ben genç olarak kalmışım. Siz hepiniz zamanından önce solmuşsunuz, yaşlılık sklerozu sizin düşüncenizi taşlaştırmış.

“Bağımsız Ermenistan bir aldanış ve delilik mi?” diye soruyorsun. Hayır bir aldanış, bir delilik değil; gayet sağlıklı, canlı ve canlandırıcı bir fikir, olgunlaşmış bir taleptir; gerçekleştirilebilir ve artık önemli ölçüde gerçekleştirilmiştir.

SÖZLERLE OYNAMAYALIM

“Bağımsızlık” sadece belli biçim ve geniş boyutlarda değerli olan, bunların dışında kesinlikle sıfırlanan mutlak bir gösterge değildir.

Mutlak olan bir şeyi talep etmek gerçekten de deliliktir. Ermenistan bir İngiltere, hatta bir İsviçre değildir ve (bizim görebildiğimiz gelecekte) olamaz da. Onun bağımsızlığı kaçınılmaz olarak belli sınırlar içindedir. Bizim işimiz, bu yolu, dış koşulların ve kendi gücümüzün izin verdiği kadar gidebilmektir. Bütün imkanları kullanmalıyız, bütün güçleri meydana çıkarmalıyız, en azından birisi bizim başaramadığımızı başardığında onu engellememeliyiz.

BOLŞEVİKLER, VATANIMIZIN BAĞIMSIZLIĞINA KASTETTİLER VE BİZİ TEKRAR RUSYA’YA MI BAĞLADILAR?

Bu böyle mi? Bolşevikler, bizi Rusya’ya bağlayarak bizim için bugünkü koşullarda mümkün olabilen tek bağımsızlık biçimini sağladılar ve bununla da geleceğimizi kurtardılar.

Şöyle yazıyorsun: “Bolşevikler halkı toparlamak için değil, onu dağıtmak için çalışıyorlar.”

Bizleri, yani birkaç yüz Taşnağı vatandan yurtdışına kovmak dışında halkı dağıtmak için ne biçim çalışmalar yaptıklarını ben gerçekten de bilmiyorum; ama bunun halkı dağıtma olmadığını da kabul et. Evet Bolşevikler halkı toparlamıyorlar. Fakat onların yerinde bizler kalmış olsaydık, toparlayacak mıydık sanki?

Ermeni topraklarının darlığı ve ekonomik durumu geriye yönelik bir göçe imkan sağlamamaktadır; halkı toplamak konusunda temel engel işte budur.

Bolşevikler sınırları genişletmek ve ülkenin ekonomik durumunu hissedilir boyutlarda iyileştirmek istemediler (istemediler diyelim), bu doğrudur.

Fakat biz, bütün iyi niyetimize rağmen, bunu başarabilir miydik?

Bolşevikler sınırları genişletmediler, ama en azından elde olanı koruyabildiler. Ekonomik duruma gelince, elimde olan ve gerçekten kısıtlı bilgilere göre, bugünkü durum bizim dönemimize kıyasla daha iyidir.

Bolşeviklerin ekonomi düzeni -özel mülkiyetin olmayışı- günümüz Ermenistan’ı açısından gerçekten yıkıcıdır ve bu husus, parti diktatörlüğü ile bir arada ele alındığında, madalyonun diğer yüzüdür.

Bununla beraber, Bolşevikler ülkeye barış getirdiler, çalışan elleri yaratıcı emeğe yönelttiler.

Bolşevik sistemi bizim talan edilmiş ülkemizi kalkındıramaz, onun ekonomik gelişimini temin edemez.

Ama bu, Sovyet hakimiyetinin gerekliliğinin ve yararlılığının itiraf edilmesi yolunda bir engel değildir; zira başka tehlikeler, başka tehditler söz konusudur ve bunlar sosyalist düzenin oturtulması çerçevesinde yapılan zamansız ve sonuçsuz denemelerden daha az önemli değiller.

Artık ikinci defadır mektubu bitiriyorum ve yeniden başlıyorum.

Tekrarlar yaptığımın farkındayım, ama ne yapabilirim, sen kendin de unutuyorsun ve incelenmiş bir konuya tekrar dönüyorsun.

DEVAM EDİYORUM…

“Sonunda hayatımızda ciddi siyasal gruplar ortaya -çıkmasını, farklı akımların oluşmasını alkışlamamız gerek”, diye yazıyorsun.

Eğer hatırlıyorsan, EDP Taşnaksutyun tek başına hakim konumda olduğunda bu konuyu ben gündeme getirmiştim; bunun hem ülke hem de bizzat partinin kendisi için ne denli tehlikeli bir durum olduğunu, zafer sarhoşu partililere anlatmaya çalışıyordum.

EVET GRUPLAR LAZIM. AMA İKİ KOŞULLA:

Birincisi, gruplar hayatın gerekleri sonucu ortaya çıkmalı, gerçek durumu yansıtmalı, artık olgunlaşmış olan şu ya da bu ciddi ihtiyaçları karşılamalıdır. Bolşevik grubu, ya da en doğrusu cephenin Bolşevizme göre düzenlenmesi, hayati bir gerekliliktir. Aynı şeyi bizim hakkımızda söyleyemeyiz. Taşnaksutyun (bir parti olarak, beni iyi anla) geçmişin bir kalıntısıdır, gereksiz bir organdır ve vücudun bu organa artık ihtiyacı kalmamıştır. Senin işaret ettiğin ihtiyaç, gerçek bir ihtiyaç olmayıp temelsiz bir öngörüdür. Siyasal bir parti günümüzdeki varlığını, ileride yapılması muhtemel işlerle haklı kılamaz; zira bir iş yapılacak olursa, yapan da bulunur.

İkincisi, grup ülke dışında değil, ülke içinde bulunmalıdır. Dış güçler en iyi durumda sadece yardım edebilir, fakat Burada karşıma ciddi bir engel çıkmaktadır.

Sen haklı olarak, ülke içinde Taşnaksutyun’un ölmüş olduğunda ısrar edebilmek için elimde hangi “nesnel verilerin” olduğunu soruyorsun.

Ben ülkeden kopmuşum, orada neler olup bittiğinden haberim yok. Sen ise elinde veriler olduğunu, keza Amerikalı M’nin ilettiği bilgilerin de sende olduğunu söylüyorsun.

Senin konumun benimkine göre çok daha sağlamdır ve bu durum “göçmenlerin hastalıklı duygularını halka mal etmek istediğimi” söyleme hakkını sana vermektedir.

Benim fikirlerim belki gerçekten de “soyut mantıksal formüllerdir”, hayat ise tamamen başka şeyler sunmaktadır.

YANLIŞLARIMI ARIYOR VE BULMAK İSTİYORUM, FAKAT BULAMIYORUM

Benim o bilgilere, onların ciddiyetine ve nesnelliğine güvenmediğimi biliyorsun. M’nin bilgilerini ise, ünlü yabancıların bütün diğer sorumsuz sözleri ve başka tesadüfi izlenimleri gibi, hiç dikkate almak istemiyorum.

NEDEN GÜVENMİYORUM?

Çünkü bu bilgiler, benim bildiklerim ve gördüklerimle, keza eşyanın doğasıyla ve mantıkla çelişmektedir. Ben, henüz bizim oralardayken, Partimizi Ermenistan’da gördüm; uzun yolumuz boyunca, İran’da, Mısır’da, Konstantinopol’de gördüm; burada, Balkanlar’da da görüyorum. Değişik toplantılara katıldım, yoldaşlarla da ayrı ayrı konuştum, basını izliyorum ve hep aynı sonuca varıyorum: Parti artık yok. Sadece eski partinin kalıntıları var, bunlar farklı adlar taşımakta, kendi aralarında yazışmaktadırlar; fakat hayat yok, zira iş yok, inanç ve coşku yok.

Ve ben buna şaşırmıyorum, zira nedenleri görüyor, anlıyorum.

Bunun tersi bir şeye inanabilmek için olumlu ve etkili veriler lazım; sendeki bilgiler bana göre ikna edici değiller, çünkü ben bu kaynakların ne kadar güvenilir olduklarını biliyorum.

Veriler, gerçekten de inkar edilemez veriler, tamamen başka şeyler anlatıyor.

Yetkili Taşnak yoldaşlar, organlar, gruplar arasında nasıl bir karşılıklı ilişki biçimi oluştuğunu gözle, incele ve bana söyle: Böyle bir güvensizlik, tartışma, anlaşmazlık ve suçlama ortamında parti yaşayabilir mi? Bana bunun sadece kolonilere özgü bir durum olduğunu anlatma! Hayır, memlekette de aynı durum söz konusuydu, iktidara gelişimizin ta ilk gününde parti atmosferi zehirlenmişti.

Hatırlarsın, biz tam iki sene uğraştık, ama (senin de bildiğin nedenlerden dolayı) partinin çok ihtiyaç duyduğu kongreyi toplayamadık

BU ZAAFİYET VE ONUN NEDENLERİ, PARTİNİN ARTIK VAR OLMADIĞINI KANITLAMIYOR MU?

Ama biliyor musun, en çarpıcı kanıt, Parti Konferansı’nda kabul edilen sonuç bildirgesidir. Sadece ayakları altındaki zemini kaybetmiş olan bir parti böylesine içerikten yoksun, çelişkili, hiçbir şey ifade etmeyen, hiçbir bağlayıcılığı olmayan ve buna rağmen her şeyi kapsayan bir sonuç bildirgesi yayınlayabilirdi. Faaliyet yeteneği olan ve projeler üreten bir parti böyle bir sonuç bildirgesini kabul etmezdi. Bu sonuç bildirgesi, partinin ne yapacağını bilmediğini, artık yapacak bir işi olmadığını ve kendi ölümünü söz oyunları arkasına saklamak istediğini ortaya koymaktadır.

Günümüz koşullarında Taşnaksutyun’u yalnız bir şey kurtarabilirdi:

Bolşevizme karşı durdurulamayan, yaygın, her türlü araç ve her türlü silah kullanılarak yapılan bir mücadele… Ama Taşnaksutyun bunu yapamaz, ayrıca yapmamalıdır da; onun yapabileceği bir tek şey var; ölmek.

Ve “… dikkate alarak… ve devamla göz önünde tutarak… ama, zira … ve çünkü… bu yüzden… buna göre… veya hem bu hem de diğer… “; bu tarz bir sonuç bildirgesiyle partiler yaşayamaz.

Bu da bir tür “nekrolog”dur, fakat dürüstlükten ve cesaretten yoksundur.

Konferans’ın partiyi feshetme yetkisinin olmadığını yazıyorsun… elbette yetkili değildir. Ama ben bu önemli hususu tebliğimde dikkat aldım ve sadece Konferans’ın yetkileri dışına taşmayan hususları önerdim.

Şunu yazıyorsun: İtiraz etmiyorum, öyle bir zaman gelebilir ki, bütün dünya barış ortamında bulunur ve bizim mesele de bir süreliğine gündemden düşer. Bu durumda belki de seni izlemek gerekecek, ama bugün henüz erkendir.”

Biliyor musun, bu birkaç satırla aı1ık silahını indirmiş ve teslim olmuş durumdasın.

Bütün dünya henüz barış içinde değil (hiçbir zaman da olmayacak) ama bizim mesel e (bir süreliğine) artık gündemden düşmüş ve sayılı günlerimiz kalmıştır… işte acı gerçek bu.

Şunu yazıyorsun: “Senin verdiğin tebliğin, eğer açıklanmadan önce mahvedilmesi mümkün olmadıysa bile, çabucak unutulmasını isterdim. Ve bu konunun tartışmaya açılmasını gereksiz ve zararlı buluyorum.”

NEDEN? BU ÖNLEMLER KİME LAZIM, BU PERHİZ KİMİN İÇİNDİR?

Taşnaksutyun ne zamandan beri görüşlerden korkar olmuş? Neden bir yoldaşın ağzı, diğerlerinin de kulakları kapatılacakmış?

Eğer benim söylediklerim kişisel dürtülerin (ad hominem) bir ürünü ya da bir hastanın sayıklamaları ya da hiçbir temeli olmayan soyut formüllerse, bunu çözün, ki yoldaşlar da bilsin. Ama yoldaşlar benim yanlışımı fark edemeyecek kadar saf ve dar görüşlüyse, işte sen oradasın, onların gözlerini açabilir, gerçeği gösterebilirsin.
Bu, değil “gereksiz ve zararlı” olmak, tam tersine gayet gerekli ve yararlı bir iş olurdu.

Sen benim “göçün hastalıklı duygularına” kapılmış olduğumu ve partide benden başka hasta olmadığını söyleyebilir misin? Eğer benim iflah olmam imkansızsa, diğer hastaların ve yarı yarıya hastaların da iflah edilemez olduklarını söyleyebilir misin, söylemeye hakkın var mı? Bulaşıcı hastalığa yakalananların tedavisi için hangi araçlar ve salgını engellemek için hangi önleyici aşılar vardır?

Sen ve senin fikir ortakların, değil benim tebliğine yasak koymak, bizzat kendiniz her bir Taşnağı tebliği okumaya teşvik ederek, zorlayarak, “bakın sizin eski yoldaşlarınızdan birisi ne kadar düşmüştür” demeliydiniz.
Bu, partiyi sarsabilir, uyuyanları uyandırabilir, tembelleri faaliyete çağırabilir, aktiflik telkin edebilir, safları sıkılaştırıp sağlamlaştırabilirdi.

Tek kelimeyle onların yozlaşmasına karşı tam bir panzehir olur, yaşamsal güçleri (eğer partide hala böyle bir şey varsa) harekete geçirebilirdi.

Siz bunu yapmadınız.

Neden?

Çünkü siz korkaksınız, azizim, korkak.

Siz fikri arayışları sıkı bir sansüre tabi tutmak, ağızları kapatmak, söylenen sözleri gizlemek istiyorsunuz, zira kendi gücünüze güvenmiyorsunuz.

Sizin kalpleriniz korku ve kuşku dolu.

Sen partinin hala yaşamakta olduğuna inansaydın, benim tebliğimi kesinlikle zararlı bulmaz, Konferans’ta sunulmuş olduğu için memnuniyetsizlik ifade etmez ve unutulmasını dilemezdin.

Şimdi dinle, bak ne diyorum.

Ben bu tebliği yazmayı kendi açımdan bir borç; Ermeni halkı ve kendi partim karşında manevi bir borç olarak gördüm. Onu yazmasaydım büyük bir günah işlemiş olurdum. Kendi tebliğimi partinin bir üst organına (zira kongreyi toplamak mümkün olmadı) sunmayı ve onun kararını beklemeyi de borç bildim. Karar çıktı: Ağzını kapat, sus.

Bununla konu kapandı mı?

Benim açımdan değil.

Şimdi ben başka bir borcumu yerine getireceğim; parti kararına rağmen sesimi çıkaracağım. Bu borcu, başarabildiğim biçim ve boyutlarda yerine getirmeliyim.

Bugün size isyan ediyorsam, bunu bir dik başlılık olarak değerlendirmeyin.

Benim bu eğilimime sizlerin farklı yorumlar getirmiş olmanız benim için ağır bir yüktür. Utanmayın.

Ben her tarafta, “neden sadece o böyle bir şey yaptı, neden sadece o böyle davrandı, başkaları ise böyle davranmadı” türünden muhtelif ad haminem yorumlarını gördüğümde, bütün kalbimle isyan ediyorum ne karşılıklı güven ne de karşılıklı saygının kaldığı bir ortamda nasıl yaşamam gerektiğini bilemiyorum.

Her halükarda, sayın NN, insanların bütün zaaflarına bakmaksızın (hatta bunlara rağmen) bu zaafların üstünde duran ve insanın fikir ve hareketlerini yönlendiren kutsal bir şeyin olduğuna, keza insanın her adımında gizli, maskelenmiş ya da sahte güdüler, art niyetler aranmasının yanlış ve akılsızca olduğuna dair o “eski inancı” korumak istiyorum.
Öpüyorum,
Senin Ovanes Kaçaznuni.
Bükreş
17 Haziran 1923

]]>
Ermeni Raporu-9-İlk Başbakan Ovanes Kaçaznuni’nin Sunumu-6 https://kocaelikent.com/ermeni-raporu-9-ilk-basbakan-ovanes-kacaznuninin-sunumu-6/ Sun, 28 Apr 2024 21:41:39 +0000 https://kocaelikent.com/?p=166447 MEKTUBA YANIT…

Sunmuş olduğum tebliğle ilgili olarak, parti yoldaşım ve şahsi arkadaşım NN’den eleştirel bir mektup aldım ve onu ayrıntılı biçimde yanıtladım.- kocaelikent

Yanıt mektubumu, bazı kısaltmalar yaparak, okuyucularla paylaşmayı gerekli buluyorum, zira bu mektupta aynı konudaki temel görüşlerim geliştirilmiştir.
Ov. Kaçaznuni

Sevgili NN
Senin mektubunu 22 Haziran günü aldım.

Benim tebliğimi, senin yazdığına göre ad hominem’1’ olarak yorumlayanları izlemediğini ve onlara katılmadığını duymak teselli vericidir. Bu yorumların nasıl olduklarını tahmin edebiliyorum.

Nasıl bilebiliriz ki, belki de bu yorumcular haklıdır. Zira bu homosum, et humani nihil…‘2’ geriye kalanını sen biliyorsun (kendi Latince bilgime pek güvenemiyorum).

Sen kendin ise, benim akli yeteneklerimden kuşkulanmakla yetinmişsin.

Belki de sen haklısın (ki Nasrettin Hoca, benzeri durumlarda böyle derdi); bütün bu yaşadıklarımızdan sonra bizlerden kim akli dengesini koruyabildiğini garanti edebilir ki?
1 Ad hominem: Kişisel dürtü. (Çevirenin notu.)
2 Mo sum, et humani nihil: İnsana ait olan hiçbir şey bana yabancı değildir anlamındaki bu söz, MÖ 2. yüzyılda yaşamış olan Romalı şair Terentius’a aittir. (Çevirenin notu.)

Ahlaki iflas ve düşünce zayıflığına gelince, yani bunlar benim tezlerime karşı sanki birer usavurma mı?

Benim “nekrolog”umun’3’ çok “itinayla ve mantıksal gerekçelerle” düzenlenmiş olduğunu yazıyorsun.

NEDEN, BİLİYOR MUSUN?

Mesele şu ki, benim tebliğim “işsizlikten yapılan bir oyuncak”, “görüş ve bir şeyler” değil. Bu hacimli metinde, üzerinde on kere düşünmediğim bir tek görüş, yazmadan önce on kere tartmadığım bir tek sözcük yok.

Kabul et; Hamlet’le ilgili olarak akıllı Poloni’nin demiş olduğu gibi “eğer bu bir delilikse, herhalde yine de burada bir sistem vardır”.
Ortaya koyduğum “mantıksal gerekçelere” karşı, sadece ahlaki ya da akli durumuma ilişkin fal bakmalar değil, aynı türden mantıksal ya da herhangi bir gerekçe getirilmesini beklemek hakkına sahip değil miydim?
Ama sen, benim görüşlerimi “konferansta hiç kimsenin değerlendirmeye kalkışmadığını” yazıyorsun.

NEDEN?

Ben yoldaşlarım hakkında, onların benim hakkımda düşündüklerinden daha iyi düşüncelere sahibim, fakat konferans katılımcılarının hepsinin tam bir parti sınırlarının dar görüşlülüğü içinde bulunduğunu söylersem gerçeklere çok da uzak düşmeyeceğim.

Ben kendim benzer zaaflardan kurtulmuşum dersem, bunu tevazudan uzak bulma.
Ben (dar anlamda) partili değilim ve hiçbir zaman da böyle olmadım, bu yüzden de bunca yıl boyunca parti içinde yalnız kaldım.

Ben sade bir Ermeniydim, yurtsever bir Ermeni. İşte lekelenmiş, bunca hakarete, bunca istihzaya maruz kalmış olan sözcük. Ama gerçek şu ki, benim bütün varlığım bu sözcüktedir. Ben Ermeni yurdunu ve Ermeni halkını seviyorum … Bu fakir ve sert tabiatlı ülke ile bu cahil, pasaklı, içine kapalı, kendine aşık ve çıkarcı halkı seviyorum. Sadece erdemlerinden dolayı değil; bütün kusurları ve yaraları ile bir arada …
3 Nekrolog, Rusya’da ölen her kişinin ardından yazılan, onu, hayatını, fikirlerini anlatan yazı demektir. (Çevirenin notu.)

C’st plus fort, que moi’4’ diyebilirdi bu durumda bir Fransız.

Seviyorum çünkü kendimi onun ayrılmaz bir parçası olarak hissediyorum; kanı kanımdan, canı canımdan … kendi kişisel mutluluğumu onun kolektif mutluluğuna bağlamışım.

UZUN YOLCULUĞUMUZ SIRASINDA KONUŞTUKLARIMIZI HATIRLIYOR MUSUN?

Sen, Ermeni halkı ile senin arandaki ilişkinin bir ülkü ilişkisi olduğunu, bilinç ile borç duygusunun seni önce parti ve daha sonra da devlet işlerine bağladığını anlatmıştın. Ben ise tersine, bu ilişkimin örgütsel olduğunu ifade etmiştim.

Bilemiyorum, sen kendi iç dünyanı ne kadar doğru biçimde tahlil edebilmiştin, ama ben gerçeği söylüyordum.

Benim içimde konuşan, bir Ermeni’dir, işte benim görüşlerimin açıklaması da burada yatıyor; başka bir açıklama aramayın, yanılırsınız.

İçimde yargılayan, karşılaştıran ve seçim yapan bir Ermenidir.

Benim açımdan partinin, sadece belirli bir işi yürütebilme yeteneğine sahip olduğu için bir anlamı vardır; bunun ötesinde bir şey ifade etmez. Parti kendi başına hiçbir zaman benim tapındığım bir nesne olmamıştır. Ben her zaman insanın perbiz için değil, perbizin insan için olduğuna inanmışımdır.

Elbette benim sözlerim çok banal ve kimse aksini söylemez.

Söylemez, ama (bilinçli ya da bilinçsiz olarak) yapmaz mı?

Parti prangalarından kurtulmak kolay değildir. Uzun süreli parti yaşamı insanın manevi yapısını etkiliyor; insan, konuları parti disiplini çerçevesinde algılıyor, yaklaşıyor ve çözüyor.

Daha ötesi; zaman içinde parti basit bir araç olmaktan çıkarak amaca dönüşüyor; meseleler araca tabi duruma getiriliyor, parti çalışması bir partili için bir nevi zanaat oluyor (bu kaba ifade için beni affet, başkasını bulamıyorum).
4 C’st plus fort, que moi: Kendimden daha çok. (Çevirenin notu.)

Uzun yıllar önce rahmetli Rostom’la konuştuklarımı hatırlıyorum.

İran devriminin başlarındaydı. Bizim bu devrime katılmamız konuşuluyordu. Ben Taşnaksutyun’un İran’da bir işi olmaması gerektiği, oraya karışmanın basit bir macera olacağı konusunda ısrar ediyordum.

“Tamam”, dedi bana rostom, “Rusya’da devrim bastırılmış, Türkiye’de ittihatçılarla anlaştılar, İran’da ise söylediğin gibi mücadeleye karışmamalıyız … Peki biz ne yapalım?”

Yüzünde sorunun şaka olsun diye sorulduğunu gösteren, ona has hoş bir gülümseme vardı. Ama sen, bu şakanın altında derin bir psikolojik anlam saklandığını ve fevkalade iyi bir partili olan Rostom’un bu rahatsız edici soruyu içinin derinliklerinde gerçekten de taşımakta olduğunu anlıyorsun.

Şahsen benim için böyle bir durum söz konusu olmamıştır ve bugün de söz konusu değildir. Benim açımdan Roma, Sezar’dan daha değerlidir, daha doğrusu, Sezar sadece Roma’ya gerekli olduğu için bir değer ifade etmektedir.

Günümüz koşullarında Ermenistan’ın ve Ermenilerin Bolşeviklere ihtiyaç hissettiğini gördüğümde şöyle diyorum: Yerimizi Bolşeviklere verelim, bu onların hakkıdır, zira durumu yalnız onlar kurtarabilecektir.

Konferans bu konuyu görüşmek bile istemedi.

NEDEN?

Çünkü sevgili NN, katılımcıların her biri ayrı ayrı, gizli ve belki de bilinçsiz olarak, kalbinin derinlerinde bu soruyu soruyordu:

“PEKİ BİZ NE YAPACAĞIZ?”

Bence bu başa bela “biz” sözcüğü konferansın aklını zincirledi.

Ve “biz”, yani geçmişte gerçekten de parti yaşamıyla yaşayan ve şimdi ne yapacaklarını bilmeyen “onlar” kimdir?
Nihayetinde birkaç on ya da olmadı birkaç yüz kişi.

Benim teşhisim doğruysa, demek ki hiçbir çağrı, hiçbir uyarı, bu yenilmez kendini savunma güdüsünü sarsamaz. Ben seni ikna edemem, zira burada kanaatler değil, daha güçlü olan bir şeyler çalışmaktadır.

Ben seni ikna etmek için yazmıyorum, sadece beni doğru anlamanı istiyorum.

Elbette yeni bir soru da sorulabilir: Senin beni iyi anlaman kime ve ne için gerekli; ya da tebliğimle ilgili yanlış bir yorum yapsan ne olacak ki … Bu durumda ad haminem dürtüsünü, beni sana bağlayan ve açıklama yapmamı zorunlu kılan yoldaşlık ve dostluk bağlarını hatırlamanın yeridir. Benim bu yazım da aynen senin 2 Haziran tarihli mektubun gibi “amaçsız”; belli bir amaç yok, sadece manevi bir ihtiyaç söz konusudur.

Belki başka bir şey daha var: Sana yazarken, ben sanki senin üzerinden, konuya açıklık getirilmesini isteyen kalabalık bir insan topluluğuna sesleniyorum.

SENİN MEKTUBUNU TEKRAR OKUYORUM

Anlıyorum, benim uzunca bir tebliğde ele aldığım konuların tamamını sen bir tek mektuba sığdıramamışsın. Keza yazmış olduğun az sayıda konuyu da yeterince gerekçe getirerek destekleyememişsin.

Ama en önemli, en can alıcı olan ifade edilmiştir ve sen benim tezlerime karşı en güçlü usavurmayı ortaya koymuşsun … Ve ben şaşkınlık içindeyim; bu adam kendi usavurmalarının ne denli kırılgan, zayıf ve inandırıcılıktan uzak olduğunu doğrudan göremiyor mu?

Sen, “RDP Taşnaksutyun, uzak sosyalizme can atan bir parti olarak değil, belirli bir amaca hizmet etmesi öngörülen bir parti olarak kuruldu” biçiminde ifade ettiğim görüşüme itiraz ediyorsun; hatta benim yaklaşımımı anlamaya çalışmadan, Taşnaksutyun’un kendi misyonunu tamamladığını söylerken hangi gerekçelere dayandığımı soruyorsun, zira bugün de ortalıkta bağımsız bir Ermenistan yok.

Senin bu sorun, benim tebliğimi ya gereğince dinlemediğini ya da benim tam olarak açık biçimde anlatamadığımı ortaya koymaktadır. Senin sorduğun soruyu ben de kendime sordum ve cevap verdim
(gerçekten de ben tebliğimi çok kısa ve şematik biçimde düzenlemek zorunda kalmıştım).

TEKRAR EDİYORUM…

Taşnaksutyun kendini, artık amaçlarına ulaşmış ve varlık sebebi olan ideallerini (değişken niceliklerin matematik “değerleri” gibi, idealler de her zaman öndedir; ona yaklaşılabilir ama hiçbir zaman ulaşılamaz) gerçekleştirmiş olması anlamında tüketmemiştir.

Konu şu ki, Taşnaksutyun artık belirli bir yol almış, yaşamsal meselesini belirli bir aşamaya getirmiştir ve bu parti artık buradan öteye önderlik edemez.

Bu tezimi bir de daha görsel biçimde açıklamama müsaade et.

Biz Sasun dağlarından ve Varag yaylalarından Ararat vadisine indik; sadece dağlı “vrşik”lerin atlayabildiği yollardan yürüdük; küçücük “hadut humba”ları halinde akşam karanlığında karlar arasına ve taşlar altına saklanarak yol aldık; bu çetin yolda dolaştık, kendimizle beraber Ermeni halkını da dolaştırdık, ama yine de ilerledik… etrafa özgürlük mayası serpiştirerek.

Kan kaybeden ve zayıflayan bizler sonunda geniş bir vadiye ulaştık, orada gözlerimizin karşısında yeni ufuklar açıldı.
Ararat vadisi, bizim uzun yolumuzda ilk büyük aşamadır.

Ama orada yeni bir düzenin güçleriyle karşılaştık ve mücadele koşulları farklıydı.

Ama demiryolunun çalıştığı, orduların hareket ettiği ve makineli tüfeklerin konuştuğu bir yerde, bizim çocukların yaya “vrşikleri”, “haydut humbaları” ve “onpatlar”ı’5’ güçsüzdür. Başka koşullar, başka çaplar söz konusudur, mücadele yöntemlerinin de farklı olması gerekir.

Bir parti olarak yeni koşullara uyum sağlayabileceğimizi ve eski yöntemleri kolaylıkla değiştirebileceğimizi sanma. İki (ve buçuk) yıllık devlet yönetim deneyimimiz, geçmişin bizi ne kadar engellediğini ve hatta kendi saflarımızda bile ne kadar güçsüz olduğumuzu ortaya koymuştur. 30 yıllık parti yaşamı bize silinmez damgasını vurmuştur; henüz kurtulamadığımız gelenek ve alışkanlıklar, düşünüş ve hareket tarzı oluşturmuştur.
5 On mennili tüfek. (Çevirenin notu.)

Ama en önemlisi şu ki, şimdi bizim muhatabımız Sovyet Rusya’dır.

Bu en büyük ve kararlı güç, ya yanımızda ya da karşımızdadır.

Geçmişte biz Rus hegemonyasından kurtulabileceğimiz ve batıda destek bulabileceğimiz gibi safça bir düşünceye kapılmıştık. Bugün artık bu tür ümitler beslemeye hakkımız yok. Bugün bizim tek dayanağımız Sovyet Rusya’dır. Biz ona karşı mücadele edemeyiz; hatta becerebilsek bile yapmamalıyız, zira orası bize bir sosyal düzen ya da bir devlet rejimi (komünizm ya da sınıfsal diktatörlük) olarak değil, siyasal bir güç olarak gereklidir.

Ermenistan, Sovyet Rusya ile ittifak içinde bulunmalıdır, başka yol yok!

Ama sen biliyorsun, partimiz Bolşevik hakimiyetiyle ittifak kuramaz, zira Bolşevikler bizi tanımak istemiyorlar. Biz ise, dostluğumuzu istemeleri ve bize değer vermeleri konusunda onları etkileyemiyoruz.

Yalnız Ermeni Bolşevikler Rusya ile ittifak kurabilirler, EDP Taşnaksutyun ise Ermenistan’a artık gerekli değildir.
İşte bu anlamda partimiz kendi misyonunu tamamlamıştır, artık yapacağı bir iş kalmamıştır ve kendi varlığına son vermelidir.
“Ermeni Bolşevikler bizim mirasçımızdır” ifadesi sana gülünç görünebilir (bu ifadeyi duysalardı, hiç kuşkusuz Bolşevikler daha çok gülerlerdi).

Fakat beni güldürmüyor, tam tersine her ikinizin anlayışsızlığı şaşırtıyor beni, zira benim söylediğim şey basit bir gerçektir.

Taşnaklar Bolşevik adını duyduklarında, “Şeytanı inkar ediyoruz” diye bağırıyorlar.

Ve Bolşevikler de Taşnak adını duyduklarında “Şeytanı inkar ediyoruz” diye bağırıyorlar.

Boşuna bağırmayın, yoldaşları İnkar edemezsiniz; bu sizin isteğinize ya da seçiminize bağlı değildir.

Taşnaksutyun Ermeni meselesini ele aldı, yürüttü ve Ermeni halkının siyasal kurtuluşunu belli bir noktaya taşıdı; bu noktadan sonra onların yerine Ermeni Bolşeviklerin geçmesi gerekir.

TARİHİN AKIŞI BÖYLE

Beni anlamaya çalış: Ölmeye mahkum olan sadece Taşnaksutyun Partisi’dir, mücadele ise yaşamaktadır.

Sen, Ermenistan’ın bağımsız olmadığını söylüyorsun.

Elbette bağımsız değildir. Ama günümüzdeki durumu (bağımsızlık açısından) savaştan önceki durumla karşılaştıralım, ne kadar büyük bir atılım gerçekleştirilmiş olduğunu göreceğiz.

Savaşın başlangıcında Türkiye Ermenistanı’nın vilayetlerinde Avrupalı “denetçiler” kurulunun oluşturulmasını nasıl bir coşkuyla karşıladığımızı ve Güney Kafkasya Ermenistanı’nda belediye yönetimi uygulamasının başlaması için nasıl çırpındığımızı hatırla …

Oysa Myasnikov ya da Lukaşin hükümeti, Türkiye Ermenistanı’nın vilayetlerinde Avrupalı denetçiler kurulunun ya da Güney Kafkasya’da belediyelerin kurulmasından daha fazla bir şeydir.

Bu “fazla” olan, elbette bizim kayıplarımızla ve verdiğimiz kurbanlarla karşılaştırılamaz. Bunu, 1914 yılında gönüllü birlikleri oluştururken ya da daha önceleri Taşnaksutyun’u kurarken veya Raffi’nin romanları ile Gamar Katil’in “özgür şarkıları”ndan esinlenirken düşünmeliydik.

Ermenistan bağımsız değildir. Evet! Ama ileriye doğru büyük bir adım atmıştır ve bir sonraki adımı atabilmek için, artık ele geçirdiği mevzileri sağlamlaştırması gerekir.

Bu sağlamlaştırma Bolşevizm bayrağı altında gerçekleştirilmelidir (ve artık gerçekleştirilmektedir); işte bu yüzden Ermeni Bolşevikler bizim mirasçılarımızdır.

Ben Ermeni Bolşevikleri bilmiyorum, bizzat tanışmış değilim, onların çalışmalarını uzaktan gözleme imkanım yok, hakim ideolojiyi bilmiyorum, ama kalbimin derinlerinde sağlam bir inancım var … onlar da Ermenidirler ve o kadar Ermenidirler ki, komünizm (ki kendi başına bir engel değildir) onların birer Ermeni gibi düşünmelerini ve hissetmelerini engellememektedir. Zira ben kendim inançlı bir komünistim, Kropotkin ineili’ne inanıyorum; fakat bu İncil, değil benim bir Ermeni olmamı engellemek, tam tersine ulusal kimliğimi ortaya kayabilmem bakımından yeni ve güçlü dayanaklar sağlamaktadır. Biliyorum, benim komünizmim Bolşeviklerin devlet komünizmi değildir ve Bolşevikler benim gibi kusurlu komünistlerin kafasını seve seve kesmektedirler. Fakat bunun, onların “Ermeniliği” ile hiçbir bağlantısı yok. Sanki Rus Bolşevikler daha mı az “Rus”turlar? Tersine, Rus ulusal psikolojisine sahip ve Rus ulusal çıkarlarına sadık olan, daha fazla Rus insanıdırlar.

Farz edelim ben Ermeni Bolşeviklerin ideolojisi konusunda yanılıyorum; farz edelim Ermenilerin kendi öz topraklarında bağımsızlığı fikri onlara yabancıdır; buna rağmen onlar bizim başlattığımız işi devam ettirmek, bizim elde etmiş olduğumuz mevzileri pekiştirmek, gelecek kazanımlara yardımcı olmak zorundadırlar.
Onlar bunu, hatta kendi isteklerine (gerçekten de karşı yönde istekleri olduğunu varsayalım) rağmen yapmalıdırlar (ve artık yapıyorlar).

Tamam, benim deli olduğuma kesin olarak emin olabilir, en için bir söz daha söyleyeceğim.
İşte söylüyorum: Ermeni Bolşevikler, aslında Taşnaklar; günümüzün yegane Taşnaklarıdırlar, benden de senden de daha fazla Taşnaktırlar. ”

Zira senin ve benim zayıf olduğumuz noktada onlar bizim yerimize geçtiler ve bizim hayatımızın işini yapıyorlar.

ERMENİSTAN BAĞIMSIZ DEĞİLDİR!..

Ama biz gerçekten bağımsız bir devlet kurmayı ne zaman düşünmüştük?

Coşkumuzun ve sarhoşluğumuzun zirveye ulaştığı anlarda bile, bağımsız olmayacağımızı, kaçınılmaz olarak birilerine “bağımlı” olacağımızı sanki bilmiyor muyduk?

Elbette biliyorduk ve bunu bilmemizin bir sonucu olarak, daha hakimiyetimizin ilk gününden itibaren “mandacı” aramaktaydık.

Mesele, sadece, kime ve ne derecede bağımlı olma meselesiydi.

Mesele Rusya’nın lehine çözümlendi ve Ermenistan’ın devlet bağımsızlığı Moskova’nın ciddi, aktif gözetimiyle sınırlandırıldı.

Belki Amerika’yı tercih edecektik…

Fakat tarihin kendine özgü bir mantığı var, biz; onu değiştiremeyiz.

Sovyet Cumhuriyeti, günümüz şartlarında Ermenistan’ın elde edebileceği azami bağımsızlık düzeyidir.
Ve bu az bir şey değil.

Her halükarda şimdi, Ermenistan’ın bugünü ve yarını, 1920 Kasım’ında Erivan’da oturarak devleti yönettiğimiz günlerde olduğundan çok daha iyi biçimde temin edilmiştir.

O GÜNÜ HATIRLA!

Son kuvvetlerimizi tükettiğimizde Bolşeviklerin ortaya çıkarak bizi dağıttıkları, fakat ülkeyi savundukları o korkunç zamanı hatırla.

Bu gerçektir.

Günümüzde Ermenistan’da Bolşeviklerin yerine geçebilecek bir gücün olmadığı da tartışılmazdır. Bolşevikler Ermenistan’a lazımdır.

Anladığım kadarıyla sen bu gayet basit gerçeği inkar etmiyorsun; ama taleplerin var, bunlar henüz karşılanmamış ve sen bu noktada Bolşeviklere karşı EDP Taşnaksutyun’u koyuyorsun.

“Vaat edilen Ermenistan nerede?” diye soruyorsun. Bolşevizmin bayrağında böyle bir talep yazıyor mu?
Yazmaz.

Ama bizler; parti kararlarında bu talebi sürekli tekrarlayan bizler, bu konuda hangi perspektiflere sahibiz? Bu siyasal talep ciddi mi yoksa kendimizi teselli etmek için bir formül mü? Yok edilmiş olan Türkiye Ermenistan’ı ve galip Türkiye açısından bu talep bugün -1923 Ocak ayında- ne ifade etmektedir?

Bu “iki” Ermenistan ne zaman birleşecek? Azıcık ciddi olmaya çalışalım, zira bu bir devlet adamının başlıca görevidir.

“İKİNCİ” ERMENİSTAN ARTIK MEVCUT DEĞİLDİR

Bu korkunç bir söz, ama sözleri telaffuz etmemek işin özünü değiştirilebilir mi?

Sevr Antlaşması imzalandığında biz hala bazı ümitler besleyebilirdik.

Bugün aynı şeyi söyleyebilir miyiz? Üzerinde bir tek Ermeninin yaşamadığı Ermeni vilayetlerini Türkiye’den kim talep edecek? Türk ordularını ve Kürt “aşiretlerini” oradan kim kovacak?

Türkiye Ermenilerinin dünyanın her tarafına dağılmış olan sefil kalıntılarını kim toparlamalı, evine geri getirmeli, yıkılmış ülkeyi kalkındırmalı, iş ve yaşam imkanını kim sağlamalıdır? Uzun sınırları kim korumalı ve Türklerin ülkemizin içlerine dalmalarını kim engellemelidir?

Bu ciddi ve gayet zor görevin üstesinden gelebilmek için Ermenistan’a kim siyasal destek, askeri güç ve vagonlarla altın verecek?

BOLŞEVİKLER “BİRLEŞİKLİK” KONUSUNU GÜNDEME GETİRMİYORLAR …

Evet! EDP Taşnaksutyun, bu Bolşevik kusurunu düzeltebilir mi? O kime ya da neye dayanarak bu muazzam işi gerçekleştirecek?

Elbette dış güçlere … zira içeride Türkler var.

Tekrar ediyorum: 1919-1920 yıllarında biz aldatıcı ümitlere kapılabilirdik, ama bugün sefil bir homenin bile himaye bulamadığı bir ortamda, gerçekler karşısında kör ve sağır olarak kalma hakkımız var mı?

Sen koşullar değişebilir ve Türkiye’nin parçalanması tekrar diplomasi masasına getirilebilir, diyorsun.

Kısa vadede ben böyle bir ihtimal göremiyorum (sen de göremiyorsun).

Daha uzun bir vadede de mümkün değil. Bununla beraber, değişen siyasal koşullarda Bolşeviklerin yönelimlerinin de değişebileceği ve sadece “birleşik” değil, “denizden denize” bir Ermenistan isteyebilecekleri düşünülemez mi?

Eğer Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü tarihsel bir süreç ise, Rusların da sıcak denizlere inişi aynı şekilde tarihsel bir süreç değil mi?

Siyasal bir parti bu tür ihtimallere göre değil, gerçek duruma göre hareket etmelidir.

Gerçeklik ise şudur ki, “birleşik” Ermenistan artık içi boş bir sözdür; bundan daha fazla bir şey değildir.

Bugün iki Ermenistan’ın birleşmesini değil, mevcut cumhuriyetin sınırlarının hiç olmazsa 1914 yılı sınırlarına kadar genişletilmesi meselesi konuşulmalıdır. Ve Rusya’ya dayanan Sovyet iktidarı bu meseleyi belki de halledebilecektik .. Fakat kime dayandığını bilmediğim… (belki Armenofil papazlara ya da felsefe doktorlarına)

“EDP TAŞNAKSUTYUN DEĞİL”

Bazı laflar duydum ya da bazı şeyler öğrendim: Türkler Rusya’dan korkuyor ve eğer Ermenistan Rusya yörüngesine girerse, işgal ettikleri mevzileri hiçbir zaman terk etmeyecekler; örneğin Kars’ı artık geri vermeyecekler, zira burası onlara güvenlik açısından gereklidir.

Fakat Ermenistan Rusya’dan ayrılırsa (yani günümüzdeki Sovyet iktidarı yerini başka bir iktidara, örneğin Taşnaklara verirse) Türkiye kendini güvende hissedecek, sınır tartışmalarında daha tavizkar olacak ve bize sadece Kars ile Sürmeli’yi değil, belki Basen ile Eleşkirt’i de geri verecektir.

BÖYLE BİR MANİLOV’CULUK SİYASAL BİR PARTİYE YAKIŞIYOR MU?

Türklerin Rusya’dan korktukları ve gelecekte (belki de yakında) bir çatışma öngördükleri, bu amaçla sınırlarını her vesileyle sağlamlaştırdıkları (örneğin Kars’ı ellerinde tutmak istedikleri) konusunda kuşkum yok. Ama Rusya’dan kopmuş bir Ermenistan’ın Türkiye’ye hiçbir korku veremeyeceğinden de hiç mi hiç kuşku duymuyorum.

Ama bir soru soruyorum: Kendileri için bir tehdit oluşturamayan bu Ermenistan’a Türkler neden toprak tavizleri versinler ki?

Hangi devlet kendi zayıf komşusuna karşı ne zaman böyle bir jest yapmış ki, bizim de Türklerden bunu beklemeye hakkımız olsun?

Neden, hangi mülahazalarla ya da kimlerin baskısı altında Türkler Kars’ı bize geri vermek zorunda kalsınlar? Rus ordularını karşısında görmeyen Türkiye’nin, kendi amaçlarında ortağı ve dindaşı Azerbaycan’la Ermenistan üzerinden bütünleşmek istemesi; diğer bir deyişle, tavizler vermek yerine yeni toprak kazanımlarını düşünmesi daha büyük bir ihtimal değil midir?

Sınırlarımızın genişletilmesi konusu sadece Rusya’ya yaslanarak çözümlenebilir, zira sadece Rusya, Türkleri geri çekilmeye zorlayabilir ve bu, toprak kazanabilmek için en pratik yöntemdir; gerisi saflık ya da kendini kandırmaktır. Yani bu konuda da bir ümit varsa, yine Bolşeviklerdedir ve EDP Taşnaksutyun’un yapacağı bir şey yoktur.

Ümit Bolşeviklerdedir diyorum, çünkü söz konusu olan belirsiz ve uzak bir gelecek değil, “bugün”dür.

Sen ise tam da bu belirsiz ve uzak bir geleceğin altını çiziyorsun ve kendi usavurmalarını bu noktada yoğunlaştırıyorsun.

Sen, “bugünkü durum değişebilir, güzel günlerin birinde Rusya -1918’de olduğu gibi- Ermenistan’ı terk edebilir ve kendi işine gidebilir” diyorsun.

Tekrar bizi Türklerle karşı karşıya bırakabilir ve onlarla yeniden anlaşmaya zorlayabilirler… işte Taşnaksutyun Partisi o gün lazım olacak diyorsun.

O gün gelecek mi ve ne zaman gelecek? Bunu ne sen bilirsin ne de ben. Yalnız şunu biliyoruz ki, o gün bugün değildir.

]]>
Ermeni Raporu-8-İlk Başbakan Ovanes Kaçaznuni’nin Sunumu-5 https://kocaelikent.com/ermeni-raporu-8-ilk-basbakan-ovanes-kacaznuninin-sunumu-5/ Sun, 28 Apr 2024 21:33:26 +0000 https://kocaelikent.com/?p=166444 Devlet yaşamımızın ilk günlerinden itibaren biz Ermenistan gibi böylesine küçük, fakir, talan edilmiş ve dünyadan koparılmış bir ülkenin gerçekten bağımsız ve özgür olamayacağını gayet iyi anlıyorduk ki ona dayanarak hiç olmazsa ilk aşamalarda –örgütleninceye ve kuvvetlerinizi toparlayıncaya kadar- kendi varlığımızı muhafaza edebilelim. Böyle bir desteği önce uzak Amerika’da daha sonra ise Avrupa’da aradık. Sonuçlar bellidir. Daha iki-üç yıl önce bir şeyler umut edilebilirdi, ama bugün böyle bir durum mevcut değil, ısrar etmemiz ise bizim açımızdan affedilemez bir saflık olurdu.- kocaelikent

Uzak ve belirsiz geleceğin bize neler getireceği daha bilinmiyor.

Fakat günümüzde görülebilir gelecek de gayet açıktır: Bugün iki gerçek güç var ve onları hesaba katmamız lazım: Rusya ve Türkiye.

Koşullar öyle gelişmiştir ve ülkemiz bugün Rusya’nın yörüngesindedir ve Türkiye’nin saldırısından yeterinden fazla korunabilmektedir.

Rusya hakimiyeti kalkarsa, onun yerine hemen Türk-Tatar hakimiyeti geçecektir. Ya Rusya ya Türkiye; ya Bolşevikler ya da Türk milliyetçiler; başka seçeneğimiz yok.

Biz böyle bir seçenekle karşı karşıyayken sanıyorum tereddütlere yer olmaması lazım. Elbette Türkiye değil, Rusya.

ELBETTE TÜRK MİLLİYETÇİLERİ DEĞİL, BOLŞEVİKLER

Seçmek imkanımız bu denli sınırlı olmasaydı, genelde Rusya’ya ve özelde de Bolşeviklere karşı bir yığın itirazımız olurdu. Ama bizim bedbahtlığımız, ülkemizin elimizi ayağımızı bağlayan coğrafi konumudur.

Ermenistan’ın Bolşeviklere ihtiyacı var, zira Rusya’ya ihtiyacı var.

Yarın neler olabileceği bilinmiyor (bence bugün olanların aynısı olacak), ama günümüzde duruma hakim olan Rusya’dır.

Bugün Rusya’yla dost olabilmek için Ermenistan’ın kendisinin Bolşevik olması lazım. Başka bir çıkar yol yok; en azından ben böyle görüyorum.

Yukarıda söylemiş olduğum “Ermenistan’da Bolşevik karşıtı gizli bir mücadele yürütebilmek için sloganımız yok” sözlerinin bu çerçevede değerlendirilmesi gerekir.

Aynı soruyu, farklı bir biçimde, geçmişe yönelik olarak soruyorum.

Ermenistan’ın Sovyetleşmesi ülkemiz için bir felaket mi?

Bu soru bir Taşnak’ın dilinde garip görülebilir; biz çok eskiden beri bu soruya cevap vermişiz ve bu cevap Bolşeviklerin lehine değil, ama tekrar düşünelim ve parti bağnazlığına kapılmayalım.

Sovyet rejiminin Ermenistan gerçeklerine kesinlikle uymadığını bir daha tekrarlamak istemiyorum, bu görüş bence tartışılmazdır.

Ayrıca Bolşeviklerin Ermenistan’daki faaliyetlerini gayet iyi biliyor ve hatırlıyorum; iki buçuk ay boyunca (Aralık 1921-Şubat 1922) Ermenistan’da bulunduğum dönemi kastediyorum. Ne kadar insanın mağdur olduğunu biliyorum ve hatırlıyorum; mağdurların başında Taşnaklar geliyordu. Bizzat ben kendim ve sizlerden birçoğu inanılmaz eziyetler gördük ve acımasızca takip edildik.

Bu arada şunu da ifade edeyim ki, biz bu ciddi hususları unutmamalı ve karar verirken ihtiyatlı davranmalıyız; zira mağdur taraf olarak bizler elbette sadece kötülükleri görmeye ve her şeyi abartmaya eğilimliyiz.

1920 Kasım’ındaki durumumuzu hatırladığımda kendi kendime soruyorum: “O zaman Bolşevikler Ermenistan’ı işgal etmeseydiler ve ülkeyi bizim iktidarımız altında kendi kaderiyle baş başa bıraksaydılar daha iyi olmaz mıydı?” Cevap olumsuzdur: Hayır, iyi olmazdı, daha kötü olurdu.

Biz daha o günlerde durumun çaresiz olduğunun bilincine varmıştık ve bu yüzden Bolşeviklerin önünde kapılan sonuna kadar açtık.

Yukarıda söylemiştim: Ümitlerimiz boşa çıktı. Rusya’dan ne siyasal ne de maddi yardım alabildik (tekrar ilk dönemden bahsetmekteyim).

Örneğin Bolşevikler Ermenistan’ı Türkiye’ye karşı savunmadılar ve bizim yok olma tehdidi altında imzalamış olduğumuz Gümrü Anlaşması’nı onayladılar. Bu böyledir.

Fakat Bolşeviklerin ülkeyi işgal etmemesi ve bizlerin yalnız kalması durumunda, Türkler bu anlaşmaya saygı gösterir miydi, değişik bahaneler (ki bunları uydurmak zor değildir) kullanarak daha da ileri gitmezler miydi? Biz bu niyetler karşısında ne yapabilirdik?

YENİLMİŞ VE ZAYIF DÜŞMÜŞ OLAN, ÜLKE İÇİNDE VE DIŞINDA OLANCA OTORİTESİNİ KAYBEDEN BİZLER BUNU YAPABİLİR MİYDİK?

1920 sonbaharında biz hem hükümet hem de parti olarak bütün gücümüzü kaybetmiş, çıkmaza girmiştik. Ve Bolşevikler geç kalsaydı, biz kendimiz onları davet etmek zorunda kalacaktık, zira kendimiz güçsüzdük, ülke içinde bizim yerimize geçebilecek başka bir güç de bulunmuyordu.

Sonuçlara bakalım. Biz iki buçuk yıl boyunca ülkeyi yönettik ve yaklaşık bu kadar bir süreden beri de Bolşevikler yönetmektedir.

Biz Gürcistan, Azerbaycan ve Türkiye’yle savaştık. Bolşevikler savaşmadı. Biz, Akbaba’da, Zod’da, Zengibasar’da, Vedibasar’da, Milin deresinde, Şerur’da, Nahçıvan’da, Zengezur’da aralıksız olarak birçok çatışmaya girdik. Bolşevikler, Şubat ayaklanması hariç, içeride çatışmalara girmediler. Biz bitmez tükenmez savaşlarda ülkeyi sürekli olarak silah altında tuttuk, üreten elleri savaş meydanlarında meşgul ettik, oysa yaratıcı çalışmalara büyük ihtiyacımız vardı. Bolşevikler, halkı bu korkunç durumdan kurtardılar.

Bizim dönemimizde halk savaş meydanlarında ya da açlıktan ölmekteydi. Şerur ve Vedi gibi buğday zengini bölgeleri, Akbaba gibi hayvancılık üssünü çökerttik, bu zenginlikten yararlanamadık.

Uzun süren açlık yıllarından sonra 1920 yılının beklenen bol ürününü (diğer zenginliklerle bir arada) Kazım Karabekir Paşa’nın ordusuna teslim ettik. Bugün ise Ermenistan halkının tok olduğunu, buğday ihtiyacının hemen hemen bulunmadığını duymaktayız. Ve bu gerçektir; halk ekin ekmek ve biçmek için zaman bulabiliyor.

ÇOK ÇALIŞTIK, FAKAT DIŞ DÜNYA İLE DÜZENLİ BAĞLANTI KURAMADIK

Güney Kafkasya demiryolu fiilen bize kapalıydı. Bolşevikler yolu açtı. Bugün Erivan, Culfa üzerinden İran ve Azerbaycan’la, Bakü üzerinden Doğu Rusya ve Güney Kafkasya ülkeleriyle, Batum üzerinden ise Rusya ve Avrupa’yla bağlantı kurulabilmektedir.

Bizim dönemimizde Ermenistan karanlık içindeydi; güneşin batışından yarım saat sonra her türlü çalışma ve hareket dururdu, zira aydınlatma için malzeme yoktu. Bolşevikler Bakü’den gazyağı getirdiler ve ülkeyi karanlıktan kurtardılar.

Elbette bu öyle büyük bir iş değil, ama bu küçücük işi bile becerememiştik.

Bolşevikler Ermenistan’a lazımdı ve bugün de aynı biçimde lazımdır.

Fakat bütün Bolşevik sistemi, bütün içeriğiyle tarafımızca kabul edilemez.

PEKİ, NE YAPMALI?

Yoksa dışarıdan savaşalım mı?

Bu, içeride açık ya da kapalı şekilde yürütülen savaşın desteklenmesi bakımından yedek bir araç olarak belli bir değer ifade edebilirdi.

Bunun dışında, dışarıda çıkarılacak bir gürültü kime ve ne için gerekir?
Bugün Avrupa şehirleri her türlü (monarşistlerden Eser’lere kadar)
Rus göçmenle, tıpkı bizim gibi kovulmuş insanlarla dolup taşmaktadır.

Onlar çok sayıda gazete yayımlanmakta, kitaplar yazmakta, mitingler düzenlemekte, çağrılar ve protestolar yapmakta, tehditler savurmaktadırlar. Bolşeviklere sövüyorlar, sövüyorlar, sövüyorlar

Ben bu beylerin yaptığı kadar boş ve miskin olan başka bir “iş” görmedim.

Yani göçmenler, Sovyetlerin gücünü bu sözel gürültü ve şimşeklerle mi kıracak, narkomları yıkacak ve ÇeKa’yı çökertecekler?

Bu bir mücadele değil, güçsüzlüğün iğrenç bir teşhiridir. Bolşevizmle mücadele edenlerin içeriden vurması lazım, ki bu darbeler boşuna gitmesin. Yurtdışında oturarak, bu tehlikesiz ve uzak yerden yumrukları sallamak gibi bir eylem, EDP Taşnaksutyun’a yakışmaz.

Bizim aramızda, Taşnaksutyun’un siyasal bakımdan karşıt kampta bulunmaya devam ederek, Ermenistan’ın dirilmesine dışarıdan yardım etmesi gerektiğini düşünenler de var.

NASIL?

Ermenistan’a mal ithalatı yapabilmek ve dış pazarlara hammadde ihracatı gerçekleştirebilmek amacıyla, muhtelif ticaret ve sanayi şirketleri, ülke genelinde atölye ve fabrikalar, sulama tesisleri vb. kurmalıdır.

Bir parti olarak bizim bu tür ticaret ve sanayi konularında ya da koruma ve hayır çalışmalarında ne kadar ehliyetli olduğumuz, keza işin başarıyla sonuçlanması bakımından aracılığımızın ne kadar arzu edilen bir şey olduğu gibi konulan bir tarafa bırakarak soruyorum:

Siyasal bir parti bu tür çalışmaları kendi programına alabilir mi? Bence yapamaz, bu onun işi değildir. Bu, siyasal bir partinin faaliyet programı değil, onun inkarı olurdu.

EDP Taşnaksutyun böyle bir yola girerse, bu yönü tercih ederse, kendi raison d’etre’sini’10’ yitirmiş olduğunu ilan etmelidir.

Ticareti tüccarlara, sanayii sanayicilere, hayır işlerini de hayır kuruluşlarına bırakmak lazım. Taşnaksutyun’un başka bir işle –eğer böyle bir iş varsa- uğraşması gerekir.

EVET, EĞER VARSA …

Biz siyasal bir parti olarak, ülke içinde Bolşeviklerle, onların devlet çalışmaları çerçevesinde işbirliği yapamayız; keza ne kadar istesek bile yasal bir muhalefet konumunda da olamayız.
10 Raison d’etre: Varoluş nedeni, varlık nedeni. (Çevirenin notu.)

Yeraltında komplocu bir faaliyet yapmamamız gerekir; hatta bu mümkün olsa bile, Sovyet iktidarını yıkmamamız gerekir.

İçeride mücadele vermek hevesi ya da isteği olmadığı ve dışarıda söylenenlerin ülkede duyulamayacağı bir ortamda, dışarıdan sözlü mücadele vermek, kolonilerde Bolşevik karşıtı propaganda yapmak amaçsız ve yakışıksız bir meşgaledir.

Ermenistan’ın ekonomik kalkınmasına dışarıdan yardım etmek, ticaret ve sanayi şirketleri kurmak ise siyasal bir partinin uğraşacağı işler değildir.

PEKİ NE YAPMALI?

İşte tam da burada, tahmin edebildiğim kadarıyla sizleri çok üzecek olan, ama önünde sonunda söylenmesi ve üstelik de hiç süslemeden söylenmesi gereken üzücü sözleri dile getireceğim:

EDP Taşnaksutyun’un artık yapacak hiçbir şeyi kalmadı.

Partimiz yapması gereken her şeyi yapmış ve kendini tüketmiştir.

Hayatın yeni koşulları önümüze yeni talepler getirmiştir. Biz bu yeni taleplere cevap vermek yeteneğinden yoksunuz, dolayısıyla meydanı daha yeteneklilere bırakmalıyız.

Bu yeni koşulların neler olduğunu bir daha tekrarlamaya ihtiyaç var mı? İşte onlar:

Artık Türkiye Ermenistanı diye bir şey yok. Büyük Avrupa devletleri bizleri defnettiler. Ermeni halkının yarısı kan kaybetmiş ve talan edilmiştir, uzun bir dinlenmeye ihtiyacı vardır. Ermenistan Cumhuriyeti, özerk bir bölge olarak Sovyet Rusya’yla birleşmiştir; devletimizi Rusya’dan koparamayız, çok istesek bile bunu yapamayız ve yapabilecek olsak bile istemememiz gerekir. Parti, yenilmiş ve otoritesini kaybetmiştir; ülkeden kovulmuş ve geri dönemez.

Kolonilerde ise yapacağı bir iş yok.

GÜNÜMÜZDE DURUM BU

Bir parti “madem yaşıyorum, öyleyse kendime nasıl olursa olsun bir iş uydurmalıyım” diyemez. “Madem yaşıyorum”, “öyleyse” tarzında bir yaklaşım mantıksal olarak yanlıştır. Cümleyi bunun tersi yönde kurmamız gerekir: “Madem ki yapacak bir işim kalmamış, yaşamam gerekmez”, dolayısıyla parti çalışmasının olmadığı bir yerde parti de olamaz.

Ben, Taşnaksutyun’un yapacak bir işi kalmadığını söyledim.

Onun genel olarak Ermenilerin ve özel olarak kendisinin siyasal geçmişi karşısında yapabileceği sadece bir iş var: Parti, kendi varlığına kendi kararıyla bilinçli ve kesin biçimde son vermelidir.

EVET BEN İNTİHAR ÖNERİYORUM

Bazen öyle durumlar oluyor ki, onurlu kurtuluş yolu sadece intiharda bulunabilir. Partimiz tam da böyle bir durum içindedir.

Biz bunu dört-beş yıl önce yapmalıydık. 1918 Haziran’ında Batum’da anlaşmayı imzaladığımızda ve bu anlaşma sonucunda bir bağımsız Ermeni devleti ortaya çıkarak, diğer devletlerle aynı sırada kendi mütevazı yerini aldığında; aynı yılın Ağustos ayında, yeni devleti biçimlendirecek olan Ermeni parlamentosunun açılışını yaptığımızda, işte o zaman biz kendimizi feshetmeli ve yeni siyasal gurupların önünü açmalıydık. Bizim tarihi misyonumuz tamamlanmıştı.

Ve bu, kanlı mücadeleler ve muazzam kurbanlar eşliğinde sürdürülen çeyrek asırlık uzun ve zor çalışmalarımızın ne kadar da onurlu bir sonu olurdu.

Fakat o günlerde biz, tarihin yeni bir aşamaya girmekte olduğunu ve bu aşamada güçlerin yeniden mevzilenmesi gerektiğini anlamıyorduk.

ANLAMIYORDUK VE ANLAMAYA CESARET EDEMİYORDUK

Dört-beş yıl önce, devrim sıtması ortamında yapmamız gerekenleri anlamamamız affedilebilir bir davranış olsa bile, bugün durum gayet açık, hayatın yeni talepleri gayet emredicidir.

Bugünkü gerçekliği anlamamak, her iki gözümüzün kör olduğu anlamına gelmektedir. Bugün kararlılık sergilemezsek, bizi sadece çöküş ve şerefsiz bir son beklemektedir.

Partiler çalışmalarıyla yaşar. Çalışma yoksa ve onun yerine sadece bir taklit söz konusuysa, ölüm kaçınılmazdır.

EDP Taşnaksutyun kendi hayatını ve geleceğini kurtarabilmek için kendi saflarını acımasız biçimde arındırmalı; güven vermeyenleri, şaşkınları ve tereddüt edenleri, zayıfları ve yorgunları, zayıf inançlı ve ümitsiz olanları, tembel ve kayıtsız kişileri, yani mevcut üye sayısının onda dokuzunu, hatta belki daha fazlasını atmalıdır.

Bundan sonra geriye süzgeçten geçirilmiş, moral bakımından sağlıklı, azimli, körü körüne inanan, her türlü fedakarlığı yapabilen, hiçbir şey karşısında durmayan bir kadro kalacak ve bu kadronun tamamen gizli çalışması gerekecektir. Elbette bu, siyasal bir parti değil, Taşnaksutyun’un varlığının ilk dönemlerinde olduğu gibi, gizli bir komplo örgütü olacaktır.

Yalnız bu yolla, ama yalnız bu yolla, partimiz varlığını kurtarabilir, yeniden yaşayabilir ve bayrağı taşıyabilir.

FAKAT NE PAHASINA?

Başarı kazanılmaması durumunda, Ermenilerin siyasal meselesini tehlikeye sokmak, Ermeni halkını yeni sınavlarla karşı karşıya bırakmak pahasına. Ve partinin kurtarıcılarının bundan korkmamaları ve inat ederek bu engel karşısında durmamaları gerekir.

Parti ideolojisine ne kadar bağlı olursak olalım, partiyi bilinçli olarak böyle bir bedel karşılığında kurtarmak isteyecek olan birisinin aramızda bulunabileceğine inanmak istemiyorum.

Parti bir amaç değildir ve bir kişinin bu temel gerçeği unutması halinde hain, tehlikeli ve zararlı olarak algılanması gerekir. Ermeni halkı Taşnaksutyun için bir hammadde değildir. Parti fanatizmi hastalığına yakalanmış birisinin -bilinçli ya da bilinçsiz olarak- davrandığı gibi davranırsak, eşi görülmemiş bir suç işlemiş oluruz.

EDP Taşnaksutyun tarihin elinde bir aletti. Alet kendi işini yaptıktan sonra, keza yıprandığında, eskidiğinde ya da işin devamı yeni bir aletin kullanılmasını gerektirdiğinde de, eski alet bir tarafa atılır ve atılmalıdır da. Geçmişe ait bir alet sadece bir saygı ve şükran, sevgi ve kült nesnesi blarak kalabilir. Fakat onun yeri milli müzedir.

Ermeni siyasal meselesinin devam ettirilmesi bağlamında Taşnaksutyun bundan sonra yararsızdır ve dolayısıyla sahneden çekilmelidir.

Ben sürekli Ermeni siyasal meselesini konuşuyorum, sürekli bu konuya dönüyorum, zira Taşnaksutyun’u bu meseleden ayrı tutamıyorum.

Partimizin bütün varlığını bu mesele içinde düşünebiliyorum.

Bu yüzden de doğaldır ki, Taşnaksutyun kongresine seslenirken kanaatlerimi gerekçelendirmek ve düşüncelerimin yönünü belirlemek bağlamında başka bir hareket noktası bulamıyorum.

SORUYORUM, BİZİM İŞİMİZ; ERMENİLERİN SİYASAL KURTULUŞU DA BİZİMLE BERABER ÖLECEK Mİ?

Böyle düşünmek aşırı bencillik olurdu; sadece bencillik de değil, tarihsel olayları aşırı safça değerlendirmek anlamına gelirdi.

Bir yıl önce ben Çakatamarta’da, EDP Taşnaksutyun’un ölümünün Ermeni siyasal meselesine büyük zarar verebileceğini yazmakla beraber, aynı yerde hemen şunu da kaydetmiştim ki, Taşnaksutyun’un gerçek sınırları bizim parti örgütlerimizi çoktan aşmıştır; partimiz, mücadele eden Ermeniliğin ifade yöntemlerinden sadece bir tanesidir, fazlası değildir; hatta Taşnaksutyun adı tamamen kaybolabilir, unutulabilir ama Taşnaksutyun’u doğurmuş olan mağrur ruh, özgürlük aşkı ölmeyecektir ve gerçek Taşnaksutyun da budur.

Parti, daha doğrusu günümüzdeki örgüt dağılabilir, fakat ülkü ve iş yaşayacaktır.

Sadece ölmemekle kalmayacak, hatta yeni yaşam gücü kazanacaktır.

Ve sırf bu yüzden -meselenin garanti altına alınması ve ileride gelişebilmesi amacıyla- partiye intihar etmesini öneriyorum.

Bir şeyi anlamamız gerekir: Bizim mirasçılarımız olan Ermeni Bolşevikler, bizim işimizi devam ettirmek zorundadırlar ve devam ettirmektedirler. Bunu, farkına varsalar da varmasalar da, isteseler de istemeseler de yapmak zorundadırlar. Onlar da aynen bizler gibi, büyük üstadın; tarihin elinde bir alettir ler. Biz kendi işimizi yaptık, belli bir devreyi tamamladık, bunun devamı ise onlara aittir.

Bolşeviklere müteşekkir olmalıyız. Onlar bizi devirerek, bizim başlattığımız işi (“kurtarmak” diyemesek de) daha güvenilir raylar üzerine oturttular. Kendi çalışmamızın ağırlığı altında ezildiğimiz o kritik anda onlar geldiler ve bizim yerimize geçtiler.

MÜCADELEMİZ ÖLMEDİ

Doğrudur, bugün Ermenistan bağımsız bir devlet değildir, sadece Rusya Federasyonu’na bağlı özerk bir bölgedir. Ama nasıl bilebiliriz; belki de bugün, Ermenistan için en uygun durum budur.

Gerçekler bize şunu kanıtladı: Mevcut olumsuz koşullarda hemen bağımsız bir devlet kurmak, Ermeni halkının gücünü aşmaktadır.

Ortalama bir düzey, bu düzeyin yakalanabilmesi ve devlet yaşamına ilişkin alışkanlıkların edinilebilmesi için, siyasal yönden hazırlıklı bir sınıf lazım. Muazzam çalkantılar, kıyımlar ve talanlar sonrasında, bu sınıfın örgütlenmesi ve gücünü toparlayabilmesi için sakin bir dönem yaşaması gerekir. Oluşan koşullar karşısında, Ermenistan’ın bu dönemi Bolşevik bayrağı altında yaşaması gerekir.

BIRAKALIM ÖYLE OLSUN

Bu durumda Taşnaksutyun Bolşeviklere yardım edemez; geriye sadece engel olmamak kalıyor. İşte bu da onun Bolşeviklere yardımı olacaktır. Ama engel oluşturmamak için bir tek yol var: Sahneden çekilmek.

Bizim meselemizin çözümü için bir tek çizgi izlenmesinin yeterli olmayacağını sık sık duyuyoruz; zira tedbirlilik, bir eğilimin yanında ve ona paralel olarak başka bir eğilimin de var olmasını gerekli kılmaktadır. Ermeni Bolşevikler Rus çizgisini izlemektedirler; bırak izlesinler, ama diğer imkanları da öngörmek gerekir. Örneğin bugün Rus Bolşevikler Türklerle tek bir cephe halindedirler, fakat yarın bu yapay blok çökebilir ve biz hem Türklerle hem onların gerisinde konuşlanmış olan Avrupalılar la ortak bir dil bulmak zorunda kalabiliriz. Demek ki yarının Türkleriyle ilişkilerimizi muhafaza etmek lazım. Taşnaksutyun’un yapacağı bir şey kalmasa da kendi varlığını ve şimdiki Bolşevik karşıtı konumunu en azından bu amaç için muhafaza etmelidir.

Fazla konuşmamak için ne bu ihtimale ne de ikinci bir eğilimin varlığına itiraz ediyorum.

Yalnız bir konuda ısrar ediyorum: Bu rol EDP Taşnaksutyun’a uymaz. Türklerle görüşmeler yapma konusunda Taşnaksutyun, Bolşeviklerle görüşmede olduğundan daha kabul edilemez bir muhataptır.

Bir gün gelir de Türklerle anlaşmak ihtiyacı doğarsa; sahneye, başka bir anlayışa, başka bir psikoloji ye sahip, en önemlisi de başka bir mazisi olan (ya da mazisi olmayan) insanların çıkması gerekir.

Ve bu noktada Taşnaksutyun değil, yardım etmek, tersine engel olabilir.

Bolşevik rejiminin ve Bolşevik egemenliğinin sonsuz olmadığını söylüyorlar. Yani Bolşevizm az ya da çok beklenmedik bir biçimde, yakın ya da uzak vadede düşebilir. Dolayısıyla yedek bir güç, başka bir örgüt gerekir, ki Bolşevizmin yerine geçebilsin, dümeni ele alsın ve ülke anarşiye sürüklenmesin.

Taşnaksutyun’un en azından o gün için muhafaza edilmesi gerekir.

Ve bu noktada tartışmak istiyorum: Bu tür bir durum oluşsa bile, yeni hakimiyeti Taşnaksutyun’un tesis etmeyeceğini söylüyor ve bu konuda ısrar ediyorum.

Şimdiki siyasal koşullar önemli ölçüde değiştiğinde Ermeni gerçeğine uymayan ve yabancı olan Sovyet egemenliği de yerini başka güçlere, başka siyasal ve toplumsal gruplara terk edecek; kendi rolünü yerine getirilmiş ve tamamlanmış olarak kabul edecektir.

Fakat Bolşeviklerin yerini alacak güç Taşnaksutyun değildir.

YENİ KOŞULLAR YENİ TALEPLER GETİRECEKTİR

Siyasal (ve özellikle de devrimci) partiler, her bir günün taleplerine uyarak durmadan yenilenemezler~ belirli dönemlerde ortaya çıkar, belirli araçlar kullanarak belirli görevleri yerine getirirler. Bir parti her ne kadar istese de kendi geçmişinden kurtulamaz, geçmiş her zaman bugünün üzerinde dolaşacak ve onu kuşatacak: Anılar, alışkanlıklar, ilişkiler, sempati ve antipatiler (ister istemez ve farkına varılmadan) belirecek ve günlük çalışmalara bir tür anarşi sokacaktır.

Yeni şarabı eski tulumlara koymazlar, zira hem tulum yırtılır hem de şarap dökülür gider.

Geçmişte EDP Taşnaksutyun, Ermenistan’a ve Ermeni meselesine lazımdı. Gelecekte ise o artık lazım olmayacak.

Onun yerine başka bir Taşnaksutyun, belki de Ermeni devleti Taşnaksutyun’u geçecek.

EDP Taşnaksutyun’un yapacağı bir şey kalmadı… Ne bugün ne yarın ne de gelecekte. O kendi varlığına son vermelidir. Bunu geçmişi için, kendi adının ve şerefinin kurtuluşu için yapmalıdır.

Etrafa bakalım: Biz bugün sanki yaşıyor muyuz? Sanki bu bir parti çalışması ve yaşamı mı? Bizim artık yozlaşma sürecine girdiğimiz ve bu yozlaşmanın sebeplerinin tesadüfi ve dışsal olmayıp, içsel ve örgütsel olduğu görülmüyor mu?

Yeni yetişen kuşak, gençler artık (20-25 yıl önce olduğu gibi) bizimle değil. Yorulanların, inancını ve diriliğini kaybetmiş olanların yerine geçmek için saflarınıza coşku ve inanç dolu taze kuvvetler katılmamaktadır. Tersine, bizden kaçıyorlar, partiyi yozlaştırıyorlar ya da (ki en kötüsü de budur) sadece atıl, kayıtsız, coşkudan ve enerjiden yoksun, çalışma yeteneği olmayanlar kalıyor; sadece kalbinde ölüm soğukluğu, dudaklarında hafif bir istihza bulunanlar kalıyor.

Biz gerçekleri görmek istemiyor ve olaylara tekdüze açıklamalar getirme alışkanlığı geliştirerek diyoruz ki: Kötüler ve çıkarcılar, kiralıklar ve korkaklar bizden ayrılıyor; iyiler, samimi olanlar, çıkar gütmeyenler, bilinçli bir şekilde sadık olanlar, ruhen ve aklen sağlıklı kişiler ise her zaman olduğu gibi bizimle kalıyor. Yani bu bir açıklama mı? Yani bu, Taşnaksutyun’un sadece burjuvanın kiralık adamlarından, eşkıyalardan, soygunculardan ve her türlü maceracıdan oluştuğu yönünde Bolşeviklerin yaptıkları aptalca açıklamalara benzemiyor mu?

Bu bir açıklama değil; ya saf bir çocuğun ya da iflah olmaz bir demagogun sözleridir.

Partimiz çöküyor, çünkü kendi raison d’etre’sini kaybetmiştir.

İşte acı gerçek! Biz bu gerçeği itiraf edebilme erkekliğini göstermeli ve gereken sonuçlara varmalıyız. Sonuç şu: Varlığımıza son vermeliyiz.
* * *
Biliyorum, bu konferans bu konuda karar verme yetkisine sahip değildir, ama konuyu gündeme getirme ve çözümü için araçlar bulma yetkisine sahiptir.

Bu amaçla konferansa şunları öneriyorum:
(*Buradan itibaren sırf partiyi ilgilendiren öneriler sıralanmaktadır. Bunları burada yayımlama hakkını kendimde bulmuyorum. Ov. Kaçaznuni)
Yoldaşlık selamıyla
Ov. Kaçaznuni
Bükreş, Mart 1923

]]>
Ermeni Raporu-7-İlk Başbakan Ovanes Kaçaznuni’nin Sunumu-4 https://kocaelikent.com/ermeni-raporu-7-ilk-basbakan-ovanes-kacaznuninin-sunumu-4/ Sun, 28 Apr 2024 21:21:48 +0000 https://kocaelikent.com/?p=166441 35- Bağımsızlık döneminde dış dünyada (Polonya’da, Avrupa ve Amerika’da) diplomatik çalışmalarımızın mahiyeti neydi ve hangi sonuçları verdi?- kocaelikent
1919 ilkbaharında cumhuriyet delegasyonu ile milli delegasyon, barış konferansına yönelttiğimiz talepleri içeren muhtırayı (memorandum) müttefik devletlere birlikte sundular.
•Bu muhtıraya göre, aşağıda adı geçen toprakların Ermenistan devletinin sınırları içine girmesi gerekiyordu:
Sınırları genişletilmiş Güney Kafkasya Cumhuriyeti (Erivan eyaletinin tamamı, Ardahan’ın kuzey kısmı hariç Kars ili, Tiflis eyaletinin güney kısmı, Yelizavetpol’7’ eyaletinin güneybatı kısmı);
7 Gence. (Çevirenin notu.)

Türkiye’nin yedi ili (Van, Bageş, Diyarbakır, Harberd, Sivas, Karin, Trabzon; Diyarbakır’ın güney bölgesiyle Sivas’ın batı kısmı hariç); Kilikya’da dört sancak (Maraş, Sis,’8’ -Celal-Bereket ve Aleksandretta ile Adana).

Karadeniz’den Akdeniz’e, Karabağ dağlarından Arap çöllerine uzanan Büyük Ermenistan tasarlanmakta ve talep edilmekteydi.

BU EMPERYALİST TALEP NASIL GERÇEKLEŞTİRİLEBİLİRDİ?

Ne Ermeni Hükümeti’nin ne de yönetimdeki Taşnaksutyun Partisi’nin böylesine saçma bir projesi vardı. Tersine bizim delegasyon, bir direktif olarak Erivan’dan bizim mütevazı gücümüzle orantılı olan gayet mütevazı talepler getirmişti.

NASIL OLDU DA DELEGASYON “DENİZDEN DENİZE” TALEBİNİ ORTAYA ATTI?

Bu garip ve inanılmaz bir durumdur, ama bu talebi Paris Ermenileri öne sürdü ve bizim delegasyon da kolonilerde hakim olan eğilime uydu. Bu eğilim hepimizce bilinmektedir.

Delegasyona şunu söylediler. Eğer bu talepleri öne sürmezse, Türkiye Ermenileri kendi meselelerini “Ararat” cumhuriyetinin meselesinden ayıracak ve büyük devletlere bizden bağımsız olarak müracaat edecekler. Ayrıca Amerika’nın küçük Ermenistan’ı mandasına almayacağını, ”denizden denize” Ermenistan mandasını ise üstleneceğini söylediler,

Bizim meselemizin büyük devletler karşısında savunulması bakımından, birbiriyle çelişen talepler öne süren iki ayrı organ olarak hareket etmek tehlikeli olduğundan ve de Amerikan mandası talep ettiğimizden, bizim delegasyon, almış olduğu direktiflere rağmen, bunu onaylamak ve memorandumu imzalamak zorunda kaldı.

Ben bizim delegasyonu suçlamıyorum, taleplerimizin daha mütevazı olması durumunda farklı sonuçlar alabileceğimizi de söylemek istemiyorum. Ama, en temel ve önemli konuların çözümü yönünde kendi irademizi ortaya koyamadık, çalışmaları kendi anlayışımız doğrultusunda yürütemedik, kendi yolumuzla gidemedik, başkalarının bizi peşlerinde sürüklemelerine imkan verdik.
8 Kozan olması gerekir. (Çevirenin notu.)

Paris muhtırası, özellikle kolonilerdeki olgunlaşmamış kafaları heyecanlandırdı. Sanki bir devlete sahip olmak için onun sınırlarının kağıt üzerinde çizilmesi yeterliymiş gibi.

Amaçsız ve abartılmış talepler doğal olarak yerini acı bir hayal kırıklığına terk edecekti.

Kilikya, Harberd ve Sivas’ın anılmadığı (gücümüzü aşan böylesine geniş sınırları öngörmemişti) Sevr Antlaşması hayal kırıklığına ve bilinen şikayetlere sebep oldu. Biz, büyük devletlerin adil davranmadığını, hizmetlerimizi değerlendirmediğini, bizi ödüllendirmediğini, tartışılmaz haklarımızı budadığını ifade etmeye başladık.

BİR SÜRE SONRA YENİ VE DAHA BÜYÜK HAYAL KIRIKLIKLARI YAŞANDI

Kuzey Amerika Devletleri Senatosu Ermenistan mandasını üstlenmekten çekindi; ki biz bu mandaya çok büyük ümitler beslemekteydik.

Başkan Wilson tarafından tasarlanan Ermenistan sınırları da bizi tatmin etmedi. Biz, başkan Wilson’un Sevr Antlaşması’nı tam olarak kullanabileceğini ve bize daha fazla toprak verebileceğini ifade ettik.

Fakat bu dar sınırlar bizim için ulaşılamaz ve elle dokunulamaz “mavi kuştu”.

Türkler ne Wilson çözümünü ne bizim şikayetlerimizi ne de Sevr Antlaşması’nı tanıyorlardı. Ermeni topraklarını boşaltmak yerine, yoğun bir biçimde silahlanıyor ve mevzilerini sağlamlaştırıyorlardı.

Müttefikler ise asi Ankara’yı silah zoruyla hizaya getirmek yönünde bir niyet sergilemiyorlardı. Tersine, onunla cilveleşmeye başlamışlardı. Sanki bizim tatmin olmadığımızı görmüyor ve kendi işlerini düzenlemekle uğraşıyorlardı.

(Sık sık “biz”, “bizim” ifadelerini kullanıyor ve bu zamirleri net olarak tanımlamıyorum. Birçok durumda parti ile halk kitlelerini birbirinden ayırmıyorum. İşte yine aynı psikoloji, aynı dar görüşlülük, aynı siyasal ufuksuzluk).

1922 YILINDA TÜRKİYE ERMENİLERİ CAN ÇEKİŞMEYE BAŞLADI

Lozan Konferansı’nda ilk defa olarak “home”’9’ sözcüğü telaffuz edildi ve kayıtlara geçirildi. Sevr Antlaşması tamamen unutulmuştu.

Bağımsız Ermenistan’ın lafı bile geçmiyordu, hatta özerk iller bile anılmıyordu; sadece bir etnik home, yabancı evinde şaibeli bir yurt söz konusu ediliyordu.

Bunun, direnen Ankara’ya barış amacıyla verilen son taviz olduğu ifade ediliyordu.

Home talebi Türkiye için zorunlu olmakla beraber, home’un kendisi de Türk iktidarından bağımsız olacaktı.

Mart ayında durum böyleydi. Yıl sonunda Lozan’da durum farklı bir yöne girdi. Home bir talep olarak öne sürülmüyor, bir dost tavsiyesi ve rica olarak Türklerin insaflı dikkatlerine sunuluyordu.

Bir komedi diyaloğu gerçekleşmişti. Hep kibar ve nazik olan Türkler, bu dost tavsiyesini geri çevirmek zorunda kaldıkları ve bu ricayı yerine getiremedikleri için üzüntü duyduklarını ifade ettiler.

Müttefikler sadece bir umutsuzluk jesti sergilediler. Onlar; “bütün imkanları tükettik, mümkün olan ve olmayan her şeyi yaptık ve bahtsız Ermeniler için bundan daha fazlasını yapamayız” diyorlardı. Ve … kupon konusunu görüşmeye başladılar.

Fakat bu noktada Çiçerin yoldaş Stalin adına devreye girdi ve Türkiye Ermenilerinin geride kalanlarına Kırım’da, Volga kıyılarında ve Sibirya’da sığınak vermeyi önerdi.

Devlet bir home’a dönüştü. Home ise… Sibirya’da bir koloniye. Dağ fare doğurdu; hayır, anlatılması güç ıstıraplar la kurulmuş olan dağ sarsılarak parçalandı, içinden kanlar aktı ve hiçbir şey hatta fare bile doğuramadı.
9 Home: Belli bir etnik gruba sınırlı özerklikle verilen belli bir bölge. yurt. yuva. (Çevirenin Notu.)

Bunlar geçmiş olaylar. Cumhuriyet kurulduktan sonra gerçekleştirmiş olduğumuz zor işleri ve elde edilen sonuçları değerlendirecek olursak, övünecek çok az şeyimiz olduğunu, üstlenmiş olduğumuz devlet kurma ve yönetme yükünü taşıyamadığımızı söylemek gerekir.

Ermenistan koşullarının fevkalade zor ve çalışma ortamının fevkalade olumsuz olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Ama en azından bana göre, kendi güçsüzlüğümüz, devlet yönetmedeki ehliyetsizliğimiz de bunların üzerine eklenmekteydi.

Adil olursak; yönetmek demek öngörmek demekse, biz kesinlikle öngörü yeteneği olmayan, işe yaramaz yöneticilerdik.

Başlıca zaafımız bu noktadaydı.

Dahası, faaliyetimizin amacım belirli ve net biçimde anlamış değildik; rehber bir ilkemiz ve sürekli uygulanabilen tutarlı bir sistemimiz yoktu. Sanki istemeden, tesadüfi koşulların etkisi altında, tereddütle hareket ediyor, kafamızı duvara çarpıyor ve ayaklarımız altındaki zemini körler gibi denemeye kalkıyorduk. İmkanlarımızın sınırlarını bilmiyor ve çoğu zaman bu imkanları abartıyorduk. Engellerin çapını anlamıyor, karşıt güçlerden nefret ediyor ve mevcut tehditlere hafiflik düzeyinde kayıtsız yaklaşıyorduk.

Gayet ihtiyatlı olmamız gereken durumlarda kararlı, kararlılık gerektiren durumlarda ise tereddütlü davranıyorduk.

Devlet ile partiyi ayıramıyor ve parti ideolojisini devlet işlerine karıştırıyorduk.

BİZLER DEVLET ADAMLARI DEĞİLDİK

Daha olumlu koşullarda belki yanlış yaparak, belki takılarak ama sonunda ayaklarımızın altında sağlam zemin bulabilir ve devlet yapısını oluşturabilirdik. Ama o korkunç şartlarda, hiçbir dayanağı olmaksızın kendi başına davranabilen, bir Herkül zahmetine katlanabilen insanlar lazımdı.

Bu sözlerime kimse darılmasın. Bu, kötülük isteyen birisinin duyduğu sevinç değil, sadece bir özeleştiridir.
Zira bu zayıf şahısların en ön sırasında, sizinle yan yana ben de vardım; sizin mücadele arkadaşınızdım, yenilgimiz konusunda sizinle beraber sorumluluk taşıyordum.

“SORUMLULUK” DEDİM … BURAYA ŞUNU EKLEMEYE CESARETİM YETMEDİ:

Üstlenmiş olduğumuz sorumluluğun çoğu zaman farkında değildik, ayrıca görevlerimiz konusunda her zaman ve gereken düzeyde dürüst değildik. Cesaretim yok, zira adil olamayacağımdan endişe ediyorum. Ama birileri biliyor; belki bir gün benden daha tarafsız birisi ortaya çıkacak ve bunu adil bir biçimde söyleyebilecektir.

ŞİMDİ NEYİMİZ VAR?

Aras ile Sevan arasında küçücük ve sözde bağımsız, gerçekte ise canlanmakta olan Rusya İmparatorluğu’nun özerk bir kenar bölgesi durumundayız.

Bir devlet ya da bir home ya da uluslararası diplomatik bir konu olarak Türkiye Ermenistan’ı diye bir şey yok; bu konu Lozan’da defnedilmiştir.

Daha fazlasını söyleyebilirim: Türkiye Ermenistan’ında artık Ermeni yok ve bir gün olabilecekleri de ihtimal dışıdır. Türkler kapıları iyice kapatmışlar ve tekrar açmaları için onları zorlayabilecek bir güç de görünmemektedir.

Yaklaşık bir milyon Ermeni, Cumhuriyet sınırları dışında; Gürcistan’da, Azerbaycan’da, Kuzey Kafkasya’da, İran’da, Suriye’de, Konstantinopol’de, Balkanlar’da ve hatta dünyanın bütün ülkelerinde bulunmaktadır.

Dış Ermenilerin yalnız çok az bir kısmı Ermenistan Cumhuriyeti’nde sığınak bulabilmiştir. Geçici zorluklara bağlı olmaksızın; cumhuriyetin aşırı dar sınırları, yığınsal göçlere (Ermeni vilayetlerinde hayatta kalabilen köylülerin ülkeye göç edebilme olanakları söz konusudur) imkan vermemektedir. Diğer taraftan Güney Kafkasya dışında yaşayan Ermenilerin sosyal kimlikleri (ticari merkezIere bağımlı olan ve talan edilmiş köylü ülkesinde beslenme şansı bulamayan küçük burjuvazi) de az bir engel değildir.

Dış Ermeniler, günümüz Ermenistan Cumhuriyeti açısından devlet kurucu bir unsur niteliği taşımamaktadır. Ve bu durum ne kadar uzarsa, onlar da bir o kadar yabancılaşacaklardır.

Kolonilerdeki Ermeniler bir millet unsuru olarak belki de bir süre belli bir değere sahip olacaklardır (ve bu durum, kolonilerde milli bağlarımızı nasıl muhafaza edebileceğimize ve bilincimizi geliştirebileceğimize bağlıdır). Fakat devlet kurucu bir unsur olarak Ermeniliğin sadece Ermenistan’da kalan kısmı ile komşu Gürcistan ve Azerbaycan cumhuriyetlerindeki büyük parçaları bir anlam ifade etmektedir.

ERMENİ DEVLETİ ONLARA DAYANMALI VE BU ZEMİN ÜZERİNDE PEKİŞMELİDİR

Kolonilerdeki Ermeniler, en iyi halde, bilinmeyen bir gelecek için bir tür yedek ve yardımcı (gayet mütevazı boyutlarda) güç olarak düşünülebilir.

Günümüzde Ermeni siyasal düşüncesinin doğrudan hedefi, mevcut cumhuriyet ile bu cumhuriyette ve onun hemen komşusu ülkelerdeki Ermeni halkının yaşatılması olmalıdır.

Olanca gücümle bu önerimin altını çiziyorum ve sizin dikkatlerinize sunuyorum, zira bu husus gelecekteki faaliyetlerimiz için bir hareket noktası olmalıdır.

Partimiz bu cumhuriyete, onun rejimine ve hükümetine karşı nasıl bir tutum sergilemelidir?

Bu cumhuriyet bağımsız değildir; Güney Kafkasya Federasyonu’nun ve hatta Rusya’nın bir parçası durumundadır.

Ermenistan fiilen özerk bir eyalet olarak Moskova’nın gözetimi ve kumandası altındadır.

Bu durum partimizi tatmin edebilir mi? Siyasal idealimiz bu mu?

ELBETTE DEĞİL…

Yukarıda hatırlatmıştım, Ermeni Devrimci Partisi (EDP) Taşnaksutyun, Ermenistan’ın Rusya’dan ayrılması konusunda 1918 ilkbaharında istemeden oy kullanmıştı; ayrılmaktan korkuyorduk,

Rusya’ya bağlı kalmak istiyorduk. Fakat bu, bizim bağımsızlık istemediğimiz, idealimizin uydu devlet olduğu anlamına gelmez.

Benim kesin inancıma göre EDP Taşnaksutyun, bilinçli ya da bilinçsiz olarak her zaman Ermeni halkının siyasal kurtuluşu yönünde mücadele vermiştir.

Partimizin varlığının anlamı ve özü, tarihsel görevi, gücü ve değeri bununla ilgilidir. Eğilimi her ne olursa olsun, bağımsızlık fikrinden, daha doğrusu bağımsızlık güdüsünden esinlenmeyen bir tek gerçek Taşnaksutyun mensubu bulunmamaktadır. Bu anlamda partimizin ufukları çok geniş, üye sayısı ise komite defterlerine kaydedilmiş olanlardan kat kat fazladır.

Ben bu görüşlerimi geçen sene Çakatmart’ta geniş biçimde açıklamıştım ve onları burada tekrar etme hakkımın olmadığını sanıyorum.

Yalnız şunu söylemek isterim ki, Ermenistan’ın günümüzdeki siyasal kaderi EDP Taşnaksutyun’un ideali olamaz.

Elbette biz federasyon fikrinin ateşli savunucularıydık (bugün de öyleyiz) ve biliyoruz ki, küçük Ermenistan kendi varlığını başka türlü temin edemez. Ama biz, federe devletlerin kendi özgür iradeleriyle ve eşit haklarla üye olduğu bir federasyondan yanayız.

GÜNÜMÜZ RUSYA FEDERASYONU BÖYLE YAPILANDIRILMAMIŞTIR

Ermenistan Cumhuriyeti bir Sovyet Cumhuriyetidir. Sovyet sistemi teorik olarak sınıf diktatörlüğünü öngörmektedir, gerçekte ise günümüzde Ermenistan’da hakim olan, komünist partisinin diktatörlüğüdür.

BU TÜR BİR HAKİMİYET BİZİ TATMİN EDEBİLİR Mİ?

Elbette hayır.

Doğrudur, biz kendi diktatörlüğümüzü kurmak yönünde başarısız bir deneme yaptık, ama diktatörlük (parti ya da sınıf diktatörlüğü) bizim için bir din değildir. Devlet yaşamı ve yönetimi konusunda deneyimsiz olan, iktidar zehriyle zehirlenmiş olan bizler, cazibeye dayanamadık ve ayağımız takıldı. Fakat biz artık yanlışımızı fark ederek çıkış yolları aramaktaydık; eğer geç kalsaydık düşecektik, zira partimizin sadece “dini” değil yapısı da herhangi bir diktatörlüğe müsait değildi. Ermenistan’da kendi gücüne dayanarak diktatörlük kurabilecek herhangi bir sınıf ya da tabaka, parti ya da grup yoktur. Ülkemizde bir diktatörlüğü sadece dışarıdan gelen yabancı bir güç tesis edebilir. Ülkemiz sanki demokratik bir düzen için yaratılmıştır; yalnızca siyasal terbiye ve devlet yaşamı alışkanlıkları yetersizdir.

Bu büyük eksiklik, gerçek demokratik ilkelerin tesis edilmesini zorlaştırmakla beraber, iç dinamiklerden kaynaklanan bir diktatörlük için de zemin oluşturamaz.

Sovyetler Birliği’nde, dolayısıyla Ermenistan’da sosyoekonomik yaşam komünist ilkeler doğrultusunda canlandırılmaktadır (yada denenmektedir).

Biz böyle bir politikayı Ermenistan için gerekli ve yararlı buluyor muyuz?
Hayır, bulmuyoruz.

Ve bu, partimizin şiar edindiği sosyalizmin ne derecede bilinçli ve sindirilmiş olduğuna, keza partimizin yapısına ve onun kolektif ideolojis1ne ne kadar uyduğuna bağlı değildir.

Bu “hayır” sözcüğünü tereddütsüz kullanan ben, kendi dünya görüşüm itibarıyla eski ve ıslah olmaz bir komünist olarak biliyorum ki, değil basit komünist ilkeler, sosyalist düzen de günümüz Ermenistan’ı için uygun değildir.

Ermenistan sosyalizm için olgunlaşmamıştır ve denemeyi haklı çıkarabilecek asgari verilere sahip değildir. Bu yönde sarf edilen bütün gayretler ta baştan başarısız olmaya mahkumdur ve özellikle

ERMENİSTAN EMEKÇİLERİNE KARŞI BİR SUÇTUR

Ben bu konuyu da Çakatmart dergisinde geniş biçimde ele aldım.
Bu konuda aramızda görüş ayrılığı olmadığını düşündüğümden burada bu kısa satırlarla yetiniyorum.
* * *
Böylece Sovyet Ermenistan’ının siyasal durumu ne yönetim biçimi ne iç sosyoekonomik politikaları bizi tatmin edebilir. Biz bugünkünü değil, başka bir cumhuriyeti arzu ediyoruz.
Dolayısıyla bu cumhuriyete, onun rejimine ve hükümetine karşı nasıl bir duruş sergilemeliyiz?

KISA VE SADE YANIT: MÜCADELE ETMELİYİZ

Fakat karmaşık konular ve karışık durumlar söz konusu olduğunda, kısa ve sade yanıtlar yanlış olabilir.

Siyasal partiler, soyut konuların ele alındığı ve teorik düzeyde çözümlendirildiği birer enstitü değildir; siyasal partilerin varlık sebebi teori geliştirmek (ki bu bir tali çalışmadır) değil, eylemdir ve ayrıca mevcut somut koşullarda gerçekleştirilen eylemdir.

Ama meseleyi bu zemine taşıdığımızda (ki taşımak zorundayız, zira başka türlü olursa feci biçimde yanılırız) yanıt farklı olacaktır.

Mücadele belli bir amacı ve ona ulaşabilmek için gerçek ve yararlı araçlar olmasını öngörmektedir.

BİZİM ELİMİZDE HANGİ ARAÇLAR VAR VE BUNLAR NASIL BİR YARAR SAĞLAYABİLİR?

Sovyet düzeni yurttaş özgürlüklerini kabul etseydi, muhalefet olarak bizler basında ve açık toplantılarda kendimizi ifade ederdik;

Sovyetlerin yanlış politikalarını eleştirirdik; kendi etrafımıza yandaş toplardık; gayrı memnun ve direnen unsurları örgütlerdik.

Sovyet düzeni siyasal eşitliği kabul etseydi, bizler seçim kampanyalarına katılır, Sovyetlerde yer edinmeye, yasalarda ve yönetim biçimlerinde istediğimiz düzeltmeleri yapmaya çalışırdık

Fakat Sovyet hakimiyeti ne yurttaş özgürlüklerini ne de siyasal eşitliği kabul etmek istiyor.

Bu hakimiyet bir parti (buna sınıf diyelim) diktatörlüğüdür. Elbette bundan dolayı teessüf etmek, şikayet etmek, kızmak vb. mümkündür, ama durum değişmez, gerçekler birer gerçek olarak kalır: Yasal bir muhalefet olarak bize Ermenistan’da yer yoktur.

Ermenistan’dan bahsediyorum, zira Ermenistan dışındaki bir muhalefetin bir değeri olabileceğini düşünmüyorum.

Elbette biz kolonilerde istediğimiz konuyu istediğimiz kadar konuşabilir ve yazabiliriz. Bunun için sadece kağıt ve matbaa, biraz da para gerekir, başka hiçbir şey. Ama Romanya ya da Mısır’daki Ermeni kolonilerindeki kamuoyu (böyle bir kamuoyunun oluşturulabileceğini düşünelim) Sovyet Ermenistan’ı için ne ifade edebilir ki?

BELKİ BASINDAKİ SESİMİZ GİZLİ YOLLARDAN ERMENİSTAN’A GÖTÜRÜLEBİLİR

Geçmişte Çar döneminde biz Droşak ve diğer yayınları gizli olarak ülkeye götürüyorduk, günümüzde de yanılıyorsam Eserler kendi yurtdışı yayınlarını Rusya’ya götürmektedirler. Eserler’in neyi ümit ettiklerini ve bu gizli propaganda konusunda ne kadar başarılı olabileceklerini bilemiyorum. Fakat gerçeklerimizi ve imkanlarımızı dikkate alarak soruyorum: Tamamen gizli olarak ve sadece birkaç yüz kişi tarafından okunacak olan gizli bildirilerimizin,
Bolşeviklerin ülkeyi baştan başa doldurdukları muazzam yayınlara karşı bir anlamı olabilecek mi?
Bizde olmayan ve olmayacak en önemli husus ise şudur ki, belirli, kesin, anlaşılır ve halk kitlelerini heyecanlandırabilecek sloganlarımız yoktur.

Ama bu konuyu sonraya bırakalım.
Yoksa Bolşeviklerle anlaşma yapmak mümkün mü? İnanılmaz görülüyor, ama gerçek şu ki, biz bu görüşü, bu nahif yaklaşımı eski dönemde benimsemiş ve Bolşeviklerle örgütsel işbirliği denemeleri yapmıştık. Evet inanılmaz, zira bunu söylemek Bolşevizmin özünü anlamamak demektir. Bolşevizm mutlakiyetçidir, monarşisttir, ona bağlı olmayanlar (ya da siyasal açıdan tamamen tarafsız olmayanlar) ona karşıdır. Şunu unutmayınız ki, Bolşeviklerin gözünde biz küçük burjuva partisiyiz, ki bana göre bu bir kusur değil (partimizin sadece programını ve ayrı ayrı yöneticilerin dünya görüşünü değil, partinin gerçek yapısını ve kolektif ideolojisini dikkate aldığımızda, bu tanımlama gerçeğe çok da aykırı değildir). Bolşevikler Marksistlere-Menşeviklere ve sosyalist devrimcilere karşı tahammülsüzse, doğal olarak EDP Taşnaksutyun’a karşı hiç tahammül gösteremez.

BOLŞEVİKLER NE UĞRUNA VE HANGİ AMAÇLAR İÇİN BİZİMLE İŞBİRLİĞİ YAPMALIDIR?

Biz, Bolşeviklerin bizimle işbirliği yapmadıkları sürece Ermenistan’ı yönetemeyeceklerine kendimizi ve başkalarını ikna etmeyi çok severiz.

Bizim bu tehditlerimiz neye dayanmaktadır ve neden Bolşevikler bizim onlar için çok gerekli olduğumuza inanmalıdırlar?

Artık iki yıldır biz Ermenistan’dan kovulmuş ya da ülke içinde boğulmuş durumdayız. Bolşeviklerin karşısına, bizim yardıma koşmamamız durumunda onların varlığını tehdit edebilecek bir engel çıktı mı? Benim bu engellerden haberim yok ve bu tür engellerin hiç olmadığını düşünmek eğilimindeyim.

Bizler hiç kuşkusuz sade yurttaşlar olarak bir değer ifade ediyoruz, ama hangi parti ya da hükümet sadece birkaç yüz insanı kendi yanına çekebilmek için kendi siyasal çizgisinden vazgeçer ya da karşıtlarıyla işbirliği yapar?

Her halükarda, ister haklı olalım ister haksız, ister aklımızın çokluğundan ister kıtlığından fark etmez, gerçek şu ki,

Bolşevikler bizimle işbirliği yollarını aramıyorlar ve bunu kabul etmiyorlar.

Bu yönde denemeler yapıldı ve olumsuz yanıt verildi. Yeni bir deneme sadece abes olmayıp, aşağılayıcıdır da.

Abestir, zira partinin siyasal onuru bakımından aşamayacağı sınırlar vardır.

Geriye sadece gizli, yeraltında, komplocu ya da daha geniş çaplı devrimci çalışmalar kalıyor. Zira bizler Çar ve Sultan hükümetleri tarafından da takip edildik. Yani biz on yıllar boyunca Türkiye Ermenistan’ında yapabildiklerimizi, Sovyet Ermenistan’ında yapamayacak mıyız?

ELBETTE YAPABİLİRİZ

İran Karadağ’ında bir in kurabilir (bir zamanlar Salmas’ta kurmuş olduğumuz gibi) ve oradan Aras’ın öteki tarafına insan ve silah gönderebiliriz. Gereken gizli ilişkileri kurarak, Sasun dağlarında ve Çatak deresinde yapmış olduğumuz gibi, Sünik ve Dereleğez dağlarında da silahlı “humb”lar besleyebiliriz. Ulaşımı zor birkaç mıntıkada köylülere isyan çıkartarak, oradaki komünistleri kovabiliriz ya da yok edebiliriz. Daha sonra Erivan’da bile büyük gürültü koparır, bir Osmanlı Bankası’nı işgal ettiğimiz gibi herhangi bir devlet binasını, hiç olmazsa birkaç saatliğine ele geçirebilir ya da herhangi bir binayı patlatabiliriz. Kişilere karşı suikastlar planlayarak ve gerçekleştirerek, bir zamanlar Çar ve Sultan memurlarına yaptığımız gibi, birkaç Bolşeviki öldürebiliriz; keza bir zamanlar Yıldız Köşkü’nde Sultan Abdülhamit’e yaptığımız gibi, Myasnikov’un ya da Lukaşin’in veya bir başkasının ayakları altına bomba atabiliriz.
Biz bütün bunları yapabiliriz, sanıyorum yapabiliriz.

YALNIZ ORTAYA BİR SORU ÇIKIYOR: NİÇİN, HEDEFİMİZ VE ÜMİTLERİMİZ NELERDİR?

Biz Türkiye’de gürültü çıkarttığımızda, bu gürültü sayesinde büyük devletlerin dikkatlerini Ermeni konusuna çekeceğimizi ve onları bizim lehimize aracı olmaya zorlayacağımızı sanıyorduk. Şimdi ise böyle bir aracılığın kaç para ettiğini artık biliyoruz ve bu tür denemelerin tekrarlanmasına ihtiyaç hissetmiyoruz. Eğer Avrupa bize Türkiye’de yardım etmeyi beceremedi ve istemediyse, Rusya da bunu hiçbir şekilde beceremez ve istemez. Ayrı ayrı kişileri dizginleme yöntemi olarak terör, belki de Kürt elebaşılara veya Çar memurlarına karşı bir anlam ifade edebilirdi. Ama itiraf etmemiz gerekir ki, Bolşevikler farklı bir kumaştan yapılmıştır. Karşılıklı bir terör söz konusu olursa Bolşevikler bizden geri kalmayacak, hatta bizi sollayacaklardır.

Bizim tek bir kişiye karşı bile terör girişiminde bulunduğumuz yerde, onlar kitleye karşı terör uygulayacaklardır.

Biz halk içindeki dalgalanmaların bir iç savaşa dönüşmesini sağlayabilir miyiz? Bu çok ama çok kuşkuludur. Ama sonunda bu da mümkündür. Ciddi bir karar alınırsa, inatla çalışılırsa ve araçlar konusunda seçici davranılmazsa, belki de başarabiliriz.

AMA NİÇİN?

Bolşeviklerin Rusya’da sağlam biçimde ayakta durdukları bir ortamda ve gerimizde de Bolşeviklerle müttefik bir Türkiye varken, Bolşevikleri Ermenistan’dan silah zoruyla çıkarabilir miyiz?

Bugün bizim saflarımızda bu denli saf bir tek kişinin bile bulunabileceğini düşünmüyorum. Bir iç savaş çıksa bile bizim yenilgimizle sonuçlanacaktır. Bolşevizm bir Ermeni rejimi değildir ve onun gömüleceği (ama gömülmesi gerekir mi?) yer de Ermenistan olmayacaktır. Ermeni Bolşevizmi Rusya Bolşevizminin uzantısı ve küçük bir kısmıdır. Kızıl bayrak Moskova’da dalgalandığı sürece, Erivan’da da kaçınılmaz olarak dalgalanacaktır. 1918 yılında başka türlü düşünebilirdik, ama bugün böyle bir hakkımız yok.

Ama Bolşevizmin Rusya’da ve diğer kenar bölgelerde, en azından bizimle komşu olan Gürcistan ve Azerbaycan’da da uzlaşmaz düşmanları vardır. Bizim bütün diğer gayrı memnunlarla bir araya gelerek komünist diktatörlüğü yıkmayı denememiz doğal değil mi? Evet bu doğal olabilir. Fakat mesele şu ki, biz bunu yapmamalıyız.

Ermeni halkı zaten öyle çok zarar görmüş, yorulmuş ve zayıflamış ki, kimsenin onu yeni sınamalara tabi tutma, ondan yeni kurbanlar talep etmek hakkı yoktur. Olanlar yeter artık. Bırakalım Bolşevik karşıtı Rusya, Sovyetler’le kendisi uğraşsın. Biz yokuz! Ermeni halkı bir süre dinlenmeyi ve derin yaralarını sarmayı hak etmiştir.

Ve eğer birileri bize bu hakkı tanımıyorsa, bizim bu duruşumuz birilerinin hoşuna gitmiyorsa, bırak gitmesin.
Düşüncelerimi daha iyi ifade edebilmek için bir adım daha ileri gideceğim.
Kendi kendime soruyorum: Herhangi bir mucize eseri, Bolşeviklerin Ermenistan’daki varlığı bana bağlı olsaydı, öyle ki onların ülkemizden defolmalarına benim parmağımın bir tek hareketi yetseydi, ben bunu yapar mıydım? Ve hiç tereddütsüz cevap veriyorum: Hayır, yapmazdım; daha ötesi, değil yapmak, hatta parmağımı bile keserdim ki uyku sırasında, tesadüfen ya da yanlışlıkla bu gayet tehlikeli hareketi yapamasın.

Mevcut siyasal koşullarda Bolşevikler Ermenistan’a lazım; onların yerine geçebilecek herhangi bir güç yok; işte gerçek budur.

]]>
Ermeni Raporu-6-İlk Başbakan Ovanes Kaçaznuni’nin Sunumu-3 https://kocaelikent.com/ermeni-raporu-6-ilk-basbakan-ovanes-kacaznuninin-sunumu-3/ Sun, 28 Apr 2024 21:11:58 +0000 https://kocaelikent.com/?p=166438 Gürcistan Lori’yi işgal etti, demiryolunu kapattı. Biz kuşatma içinde kaldık. Bu artık gerçekten de savaş sebebiydi. Lori’deki bazı Ermeni köylerin ayaklanması ve Gürcü hükümetinin sert önlemleri ise doğrudan bir savaş gerekçesi oldu. Hükümet Ermenileri kesmek için sanki bahane arıyordu.- kocaelikent

Ordumuzda hizmet veren Rus subayların provokasyonları da muhtemelen belli bir rol oynamıştı. Gürcistan’da hükümet her vesileyle Rus unsurunu (ki bu unsur Tiflis’te yeterince güçlüydü) zayıflatmaya, onun etkisini kırmaya ve devlet cihazını millileştirmeye çalışıyordu. Bu amaçla Rus memurları ve subayları görevden alıyor ve yığınlar halinde Gürcistan dışına sürüyordu.
Ordumuzda çok sayıda Rus subay hizmet veriyordu ve bunların Tiflis’te (belki Denikin’in gönüllü birliklerinde de) bağlantıları vardı.
Askeri operasyonların başlatılması için çok gerekli olan düşmanlık atmosferini oluşturmak amacıyla bizim askeri çevreleri de muhtemelen onlar kışkırtmışlardı.
Savaş sadece üç hafta sürdü. 31 Aralık günü İngilizler müdahale ettiler ve barış sağlandı. Lori geçici olarak tarafsız bölge ilan edildi, orada İngiliz komiserin denetimi altında ortak bir Ermeni-Gürcü hakimiyeti tesis edildi.
Böylece savaş bizim açımızdan olumlu sonuçlanmış oldu. Amacımıza kısmen ulaşmıştık (demiryolu bağlantısı da İngilizlerin varlığı sayesinde yeniden temin edildi). Buna rağmen savaş bizi birçok hususu düşünmeye zorladı. Topu topu 4-5 aylık bir devlettik ve yığınla ihtiyacı bulunan bir ülke savaşa tutuşmuştu. En yakın ilişkilerimiz olması gereken komşumuzla savaşmaktaydık. Zira dış dünyayla sadece Gürcistan üzerinden bağlantı kurabilirdik.

Biz bunun bilincindeydik ve samimi olarak Gürcülerle dostluk ortamında yaşamak istiyorduk. Fakat başaramadık.

Bu konuda, bağımsız Gürcistan’ın bize karşı takındığı tavrın yanı sıra, bizim kendi güçsüzlüğümüz, siyasal yetersizliğimiz ve devlet aygıtını yönetmekteki yetersizliğimiz de önemli rol oynadı.

22- Burada, kuzeydoğu sınırlarımızda ve ülke içinde sürdürmekle olduğumuz sürekli savaşları da hatırlatmalıyım.
Biz Azerbaycan’la resmi savaş durumundaydık, zira Karabağ’da fiilen savaşıyorduk, Kazak’ta da sık sık çatışmalara giriyorduk. Ülke içinde de Akbaba, Zod, Zengibasar, Vedibasar, Şerur-Nahçıvan, Zengezur vb. yerlerde yerli Müslüman halkla birçok kanlı muharebe yaşandı.
Ve bu konuda da Azerbaycan’ın bize karşı tutumunun düşmanca olduğu kuşkusuzdur. Keza Türkiye ve Azerbaycan tarafından cesaretle indirilen yerli Müslüman halkın devlet karşıtı bir çizgi izlemekte oluşu da tartışılmaz. Önemli olan şu ki, biz kendi durumumuzu pekiştirmek için gereken önlemleri ne içeride ne de dışarıda bulabildik.
Azerbaycan ile az çok kabul edilebilir bir modus vivendi’4’ bulamadık, Müslüman bölgelerde idari yöntemlerle düzen sağlayamadık; silah kullanmak, ordu sevk etmek, yıkmak ve katliam yapmak zorunda kaldık, hatta bu konularda da başarısız olduk, ki bu da hiç kuşkusuz iktidarın prestijini sarstı. Vedibasar, Şerur-Nahçıvan gibi önemli mıntıkalarda kendi iktidarımızı silah gücüyle bile kuramadık, yenildik ve geri çekildik.

23- 28 Mayıs 1919 günü, bağımsızlığımızın yıldönümünde, parlamento Ermenistan’ı “birleşik” ilan etti; diğer bir deyişle, Türk egemenliğinden kurtulması muhtemel Ermeni topraklarının da mevcut Ermenistan topraklarına katıldığını ilan etti. Bu adım, Türkiye Ermenilerinin bir kısmı tarafından kendi haklarının gasp edilmesi olarak değerlendirildi. Zira bunun Türkiye’de Ermeni meselesi açısından gayet tehlikeli olduğunu düşünüyorlardı. Çok gürültü koparttılar, itiraz ettiler ve Türkiye’deki Ermeni meselesi yeniden daha yoğun bir şekilde Rusya’daki Ermeni meselesi ile karşı karşıya getirildi. Hem ülke içindeki hem de ülke dışındaki liberal burjuvazi bu hareketi Taşnaksutyun tarafından gerçekleştirilen bir başına buyrukluk olarak nitelendirdi ve ona karşı daha bir hırsla davranmaya başladı.
4 Modus vivendi: Geçici anlaşma, uzlaşma, ara çözüm.

Bu itiraz ve endişelerin hiçbir dayanağı yoktu. Bir gasp niyeti, bir parti komplosu söz konusu değildi ve bu adımın Türkiye’deki Ermeni meselesine zarar vermeyeceği daha sonra anlaşıldı. Mayıs deklarasyonu, Türkiye’de Ermeni meselesini zer re kadar etkilemedi, hatta kimse onun farkına bile varmadı.

Yine az sonra görüldü ki, bu deklarasyonu hazırlayanların Ermenistan’ın siyasal ağırlığını artırma ve Avrupa’daki diplomatik çalışmaları kolaylaştırma ümitleri boşunaymış. Avrupa diplomasisinin gözünde durum hiçbir şekilde değişmemişti. Bizim parlamentonun bir tek deklarasyonu; gereken hareketlerle desteklenmeyen bu basit tutanak, gerçeklerin etkisini değiştiremezdi. Bu deklarasyonu takiben Paris’te milli delegasyonumuzun feshedilmesi beklenebilirdi, fakat bu da yapılmadı. 28 Mayıs sonrasında da Avrupa’da iki diplomatik temsilcilik (Cumhuriyet delegasyonu ve Milli delegasyon) yan yana faaliyet göstermeye devam etti; ki bunlar aynı konuyu, aynı yerlerde ve aynı çevrelerde savunmakla görevliydiler. Yalnız kendi aralarında yetki mücadelesi veren bu iki organın faaliyetlerini uzlaştırmak daha da zorlaştı. Böylece bizim Avrupa’daki yekpare cephemiz parçalandı. Ermenistan’da ise liberal unsurla da koalisyon şansı zorlaştı ve bu yüzden partimiz daha fazla tecrit edildi.

BİZİ BİRLEŞİK ERMENİSTAN DEKLARASYONUNU YAYINLAMAYA İTEN PSİKOLOJİK TALEPLER KOLAYCA AÇIKLANABİLİR

Bizim izlediğimiz ve deklarasyonu haklı kılan siyasal mülahazalar da anlaşılabilir. Yalnız gerçek şu ki, bu deklarasyon herhangi bir olumlu sonuç vermedi; olumsuz sonuçları (iç anlaşmazlıklar ve tartışmalar) olduğu ise kesindir.

24- 1 Ağustos 1919’da kurul yerine faaliyet göstermeye başlayan Ermenistan parlamentosu çalışmalarına başladı. Parlamento seçimleri kapsamlı bir demokrasi düzeni sistemi (genel, eşit, doğrudan ve gizli oylama, nispi temsil) çerçevesinde yapıldı. Garip ve şaşırtıcı olan husus şu ki, demokratik bir kurum içinde 80 üyeden 72’si, yani yüzde 90’ı Taşnaktı; diğer siyasal partilerden sadece EsErler’5’ dört sandalye kazanabilmişti. Bu zafer biz Taşnakların gözlerini kör etti, bu tür bir parlamentonun gerçekte bir parlamento parodisi olduğunu anlayamadık. Anlayamadık ki, bu seçimler halkımızın bağımsız bir siyasal yaşam için henüz olgunlaşmadığını kanıtlamaktadır. Biz, parlamento zaferimizin aslında zafer değil bir yenilgi olduğunun, parlamentoya 72 kişi yerleştirerek ayaklarımızın altındaki zemini, demokrasinin temelini kaybettiğimizin bilincinde değildik.
Hakimiyeti tam olarak ele geçirirken, sorumlulukların da tamamını üstlenmiş olduğumuzu anlamıyorduk. Oysa bizim gereken hazırlığımız ve elemanlarımız yoktu. Yine güçlü bir muhalefetin varlığının, sırf bizi terbiye etmek, düzen ve hukuk dışına çıkmamıza müsaade etmemek bakımından gerekli olduğunu da anlayamadık.
Toplantılarımızı parlamento salonuna taşımakla, bir parti olarak varlığımıza son vermiş olduğumuzu da anlayamadık.

ERMENİSTAN’DA PARLAMENTO YOKTU. SADECE İÇERİKTEN YOKSUN BİR BİÇİM VARDI

Devlet meseleleri kapalı kapılar ardında, Taşnak fraksiyonun odasında görüşülüyor, daha: sonra parlamento kürsüsünden ilan ediliyordu.
Aslında parlamento grubu da yoktu, burası da Taşnaksutyun Parti Bürosunun güçlü denetimi altında olup, onun direktiflerini yerine getirmek zorundaydı. Hükümet de yoktu; o da Büro’ya bağlı olup, Büro’nun devlet içindeki bir tür yürütme organıydı. Bu bir Bolşevik sistemiydi. Ama Bolşeviklerin tutarlı bir biçimde ve açıkça yaptıklarını, bizler demokrasi kılıfına uydurmaya çalışıyorduk.

25- 1920 Mayıs’ının ilk günlerinde Bolşevik gösterileri ve ayaklanma girişimi gerçekleştirildi.
5 EsEr, Sosyal Devrimci grubunun baş harfleri SR’nin okunduğu gibi yazılmasından oluşan bir kısaltma. O zamanlar böyle yazılıyordu. (Çevirenin notu.)

Bu hareket fazla zorlanılmadan yatıştırıldı, zira bir dayanağı yoktu; bizim ülkemizde Bolşevizm görülmemiş bir şeydi, dışarıdan da destek gelmedi.

Yine de ilginç bir durum söz konusuydu. Bir grup genç Bolşevik (hatta Erivan’da, hükümetin burnunun dibinde bile) gürültülü gösteriler gerçekleştiriyor, ordu birlikleri arasında propaganda yapıyor, Gümrü’de demiryolu istasyonunu işgal ediyor ve zırhlı treni ele geçirebiliyordu.

Bu, hükümetin kaygısız, zayıf ve bilgisiz olduğunu ortaya koymaktadır.

26- Bu olaylar sonucunda ya da onlarla bağlantılı olarak bir tür coup d’Etaı’6’ gerçekleşti. Parlamento hükümetinin yerini diktatör yetkileriyle donatılan (“Büro-Hükümet” denilen) Taşnaksutyun Bürosu aldı.

Bütün yasal usullere uyulmuştu ve sürecin tamamı parlamento düzeni çerçevesinde seyretti. Parlamento 5 Mayıs tarihinde A. Hatisov’un istifasını (ki Büro’nun talebi çerçevesinde gündeme gelmişti) kabul etti, yeni hükümeti kurma görevini (Büro’nun direktifi doğrultusunda) Doktor A. Ohancanyan’a verdi. Aynı toplantıda Ohancanyan bakanların hazır listesini sundu. Bu listede Taşnaksutyun Bürosu üyelerinin tamamı yer almıştı, başkaları yoktu. Parlamento listeyi onayladı, daha sonra toplantılara bir süre için ara verdi ve tekrar toplanmaya başlayacağı tarihe kadar olan dönemde bütün yetkilerini yeni hükümete devretti.

Ermenistan parlamentosu (yani Taşnak fraksiyonu, yani Büro’nun kendisi) Taşnaksutyun’a bir diktatör hakimiyeti sundu.

Bu, Taşnaksutyun Partisi’nin 9. Kongre kararlarına ters düşmekteydi.

Bir şey kesindi; böylelikle, iki buçukluk durumu kaldırılmış, çirkin kulis faaliyetleri gereksiz kılınmış, durum açıklığa kavuşmuş ve gerçek görüntüsü almıştı. Partinin ülkeyi açıkça yönetmesi, aynı işi gizli biçimde yapmasından daha tercih edilebilir bir durumdu.

27- Sonbahar başlarında Ermenistan-Türkiye savaşı başladı; bu savaş bizi kesin olarak çökertti.
6 Coup d’Etat: Darbe. (Çevirenin Notu.)

Biz savaştan kaçmayabilir miydik? Büyük bir ihtimalle hayır. 1918 yılında bozguna uğratılan Türkiye iki yıl boyunca dinlenebildi.

Bu iki yıl içinde Türkler canlandılar. Yeni, genç ve yurtsever duygularla hareket eden bir nesil ortaya çıkarak Anadolu’da kendi ordusunu yeniden örgütlemeye başlamıştı. Türkiye’de milli bilinç ve kendini savunma içgüdüsü uyanmıştı. Onlar Küçük Asya’da geleceklerini hiç olmazsa bir şekilde sağlayabilmek için Sevr Antlaşması’na askeri güçle karşı koymak zorundaydılar. Bu karşı koyma eyleminin ağırlıklı olarak kuzeydoğuda değil, güneybatıda gerçekleşeceği açıktı.

Fakat güçlerini orada toplamak ve Yunanistan’a karşı cepheyi ayakta tutmak için, öncelikle Ermenistan tarafındaki cephe gerisini sağlama almaları gerekliydi. Belki onların Kars ve Gümrü depolarında bol miktarda bulunan askeri cephaneye de ihtiyaçları vardı. Belki de kendi güçlerini önce daha zayıf bir düşmana karşı denemek ve daha ciddi bir girişim için kendilerinden emin olmak istiyorlardı. Kimse Türklerin bu duygular ve niyetler içinde olup olmadıklarını kesin biçimde söyleyemez. Fakat savaşın kaçınılmaz olduğu kuvvetle muhtemeldir (bu savaş Türkiye’ye lazımdı). Bu ihtimallere rağmen bir husus tartışılmazdır: Biz savaştan kaçınmak için yapmamız gereken her şeyi yapmadık. Sonuçlar bir yana, Türklerle ortak bir anlaşma zemini bulmak için var gücümüzle çalışmalıydık.

İŞTE BİZ BUNU YAPMADIK

Biz bunu gayet açık ve o denli de basit nedenler yüzünden yapmadık:

Türkiye’nin hangi kuvvetlere sahip olduğunu bilmiyorduk ve kendi gücümüzden çok emindik. Esas yanlış buradadır. Savaştan korkmuyorduk, zira zafer kazanacağımıza inancımız tamdı. Sınırlarımıza Türkler tarafından hangi kuvvetlerin yığılmış olduğu konusunda bilgisizdik ve bu yüzden gereken tedbirleri almıyorduk.

Tersine Oltu’yu beklenmedik biçimde ele geçirmemiz, Türkiye’ye bir meydan okumaydı. Sanki biz kendimiz savaş istiyorduk.

Sınırlarımızda askeri operasyonlar başladığında Türkler bizimle bir araya gelmeyi ve görüşmelere başlamayı önerdiler. Biz ise onların önerisini geri çevirdik Bu büyük bir hataydı. Bu, görüşmelerin kesinlikle başarıyla sonuçlanacağı anlamına gelmezdi ama bu görüşmelerde barışçı bir sonuca ulaşılma ihtimali vardı. Herhalde Türklere bir şeyleri anlatabilmek yönünde belli şanslarımız vardı.

Bir hususu da hatırlatmak gerekir ki, 1920 sonbaharında biz, Türklerin gözünde quantite neglieable (yok sayılabilir değer) durumunda değildik. Geçen yılların dehşet saçan olaylar artık unutulmuştu.

Halk da dinlenmiş, canlanmıştı. İngiliz silahlarıyla iyi biçimde silahlanmış ve iyi donatılmış bir ordumuz vardı. Yeterince askeri cephanemiz vardı. Kars gibi önemli bir kale elimizdeydi. Nihayet Sevr Antlaşması vardı ve bu antlaşma o dönemde basit bir kağıt parçası değildi, Türklere karşı önemli bir kozdu. Durumumuz 1918 Mayıs’ında Baturu’da olduğu gibi değildi. Sözümüzün işitilebileceğine inanabilirdik, zira Türkler hala yenik durumdaydılar.

BİZ BUNU DENEMEDİK

Biz onların davetini kabul etseydik, Türkler ne önereceklerdi?

Muhtemelen Baturu ve Brest’ten başlayacak ve daha sonra tavizler vererek 1914 sınırlarına çekileceklerdi. Bir adım daha gerileyerek Beyazıt ve Eleşkirt’ten de vazgeçmeleri mümkündü.

Kaldı ki, 1920 Eylül’ünde Türkler bundan daha fazla taviz veremezlerdi.

Karşılığında ise Ermenistan hükümetinin Sevr Antlaşması çerçevesinde öngörülen haklardan vazgeçmesini isteyeceklerdi.

BU ÖNERİYE ERMENİ HÜKÜMETİ NASIL TEPKİ VEREBİLİRDİ?

Kuşkusuz reddedecekti. Hükümet bu şartları kabul edemezdi ve savaşmayı tercih ederdi.

Sadece Taşnak Büro-Hükümeti değil, herhangi bir Ermeni hükümeti böyle yapardı. Ben bu hususun altını çiziyorum. Ve bu, partimizin işlediği suçu önemli ölçüde hafifletmektedir. Hükümet bu şartları kabul edemezdi; zira bütün siyasal partiler ve gruplar, bütün diplomatlarımız, görevli ve gönüllü vatan kurtarıcıları… hepsi tek yumruk olarak isyan eder, bu hükümeti aforoz eder ve ihanetle suçlardı. Sevr Antlaşması herkesin gözünü kör etmişti.

Biz şimdi anlıyoruz ki, 1920 sonbaharında Türklerle (Sevr Antlaşması pahasına) doğrudan anlaşmış olsaydık çok şey kazanabilirmişiz.

Ama o zamanlar bunu anlamıyorduk.

Bu anlatılanlar birer ihtimaldir, fakat bizim o dönemdeki düşüncelerimizi yansıtmaktadır.

SAVAŞ İSE BİR GERÇEKTİ

Bir gerçek; affedilemez bir gerçek şu ki, biz savaştan kaçınmak için hiçbir şey yapmadık, tersine ona gerekçeler oluşturduk. Affedilemez yanı şudur: Türkiye’nin askeri gücü konusunda bilgi sahibi değildik ve kendi ordumuzu da tanımıyorduk.

28- Savaş bizim tam ve kesin yenilgimizle sonuçlandı. Bizim karnı tok, sırtı pek, iyi silahlanmış ordumuz silahlarını bıraktı ve köylere dağıldı.
İç savaşlarda yapılan yağmalar ve cezasız kalan talanlar yüzünden ordunun morali bozulmuştu. Büro-Hükümet tarafından desteklenen derleme birlikler sistemi (ayrı ayrı bağımsız birliklerin kurulması) ordunun birliğini ve bütünlüğünü bozmaktaydı. Ordunun eğitimi, askeri ruh, teşkilatın sağlamlığı ve disiplin; dolayısıyla direnme gücü aşırı derecede zayıflamıştı. Hükümet ve onun savaş bakanı kendi ordusunu tanımıyordu.
Bütün bunların üstüne hükümet vahim bir hata yaptı: Asker sayısını artırmak amacıyla, sürekli yeni kişileri orduya çağırıyor; yaşlı, yorgun, aile ve geçim kaygıları altında yıpranmış insanları askere alıyor, aceleyle silahlandırıyor ve cepheye gönderiyordu. Bu kişiler firar ederek askerin moralinin daha da bozulmasına sebep oluyorlardı.

29- Kasım’ın ikinci yarısında, Karabekir Paşa’nın muzaffer birlikleri Gümrü’ye girdiğinde, Büro-Hükümet istifasını parlamentoya sundu. Bu yenilgi sonrasında artık iktidarda kalamazdı. Türkiye ile görüşmelere başlamak gerekirdi, bunun için ise yeni insanlara ihtiyaç vardı. Kısa bir tereddüt sonrasında (ilk başlarda farklı bir hükümet listesi oluşturulmuştu) Taşnak ve EsErlerden oluşan S. Vratsyan hükümeti kuruldu. Taşnak bakanlar, Taşnaksutyun Partisi’nin “sol kanadına” mensuptular. Başbakanın kendisi Rusya eğilimliydi; EsErlerin ise Ermeni Bolşevik dairelerinde bağlantıları vardı.
Bolşeviklerin gelmeleri (ki bunun kaçınılmazlığı artık fark edilmekteydi) durumunda, bu tür bir hükümetin onlarla daha kolay anlaşabileceği yönünde zayıf bir umut vardı.

30- Türkler artık Gümrü’deydiler.
Buna eşzamanlı olarak, Rus Kızılordu birlikleri Akstafa yönünden İcevan’a ve Dilican’a girmişlerdi.
Bolşeviklerle Türkler arasında herhangi bir anlaşma var mıydı?
Bizim çevrelerde böyle bir kanaat çok yaygındı. Bence bu yanlıştı.
En azından şimdilik ortada bunun bir kanıtı yok. Bolşevik (ya da Bolşevik eğilimli ayrı ayrı kişiler) ajanlar ordumuzun çökmesine gayret sarf etmiş olabilirler.

Ama bunun için Türklerle herhangi bir anlaşmaya gerek yoktu.

Ayrıca bizim yenilgimizin hızlandırılması için Bolşeviklerin müdahalesine de ihtiyaç yoktu. Zaten Şöregil’li amcalar bu iş için yeterliydi; bunların tek isteği mümkün olduğunca çabuk eve dönerek, buğdaylarını biçmek ve toplamak, Türklerin saldırması durumunda ise ailelerini ve hayvanlarını emniyetli bir yere kaçırmaktı.
•Yenilgimizin sebebi, Bolşeviklerin hainliği ya da Türklerin gücünde değil, bizim kendi güçsüzlüğümüzde yatmaktadır. Elbette Bolşevikler bizim yenilgimizden yararlandılar, bu gayet doğaldır.

BUNUN İÇİN TÜRKLERLE BİR ÖN ANLAŞMA YAPMALARINA GEREK YOKTU

Rusya’da zafer kazanan ve Azerbaycan’a yerleşmiş olan Bolşeviklerin Gürcistan ile Ermenistan’a da girmeleri gerektiğini anlamak zor değildi. Bu sadece bir zaman meselesiydi. Uygun bir zaman seçilmesi gerekirdi ki, fazladan güç sarf etmeye gerek kalmasın.

İşte Ermenistan’ın da zamanı gelmişti ve Bolşevikler Mayıs’ta yapamadıklarını Aralık’ta yaptılar.

31- 1 Aralık (ya da 30 Kasım) tarihinde bizim delegasyon Gümrü’de Türklerle antlaşma imzaladı. Bu antlaşma acımasız Batum anlaşmasından çok farklı değildi.
Aynı gün içinde Vratsyan Hükümeti iktidardan çekildi ve iktidarı Bolşeviklere devretti.
Bolşevikler Ermenistan’a girdiler ve hiçbir direnişle karşılaşmadılar.

BU, PARTİMİZİN KARARIYDI

Bu kararı verirken biz iki hususu dikkate almıştık: Birincisi, istesek bile direnemezdik, yenilmiştik ve güçsüzdük; ikincisi, Rusya’ya yaslanan Sovyet iktidarının devlet düzenini sağlayabileceğini umuyorduk.
Biz, kendimiz bunu yapamamıştık ve ileride de yapamazdık.

Ülkeyi Bolşeviklerin engelsiz bir biçimde yönetmesi amacıyla, yeni iktidara karşı olumlu davranmak ve onun kuruculuk çalışmalarına yardım etmek istiyorduk.

BU KARAR OYBİRLİĞİ İLE KABUL EDİLMEMİŞTİ

Bunu kabullenmeyen kişiler de vardı. Onlar Bolşeviklerden iyi hiçbir şey beklemiyorlardı; yenileceğimizi kesin olarak bilmelerine rağmen direnmeyi ve mücadele etmeyi öneriyorlardı. Bu öneri reddedildiğinde, daha tutarlı olanlar ülkeyi terk ettiler.

Partiyi Bolşeviklere yakınlaştırmayı ve onlarla siyasal bir blok oluşturmayı önerenler de vardı. Onlar “sol Taşnaklar” adı altında ayrıldılar ve Bolşevik ruhlu bir deklarasyon yayınladılar. Fakat başarılı olamadılar. Bolşevikler bu deklarasyonların samimiyetinden kuşku duymuşlardı.

32- Şubat ayaklanmasına kadar geçen iki buçuk ay zarfında ülkeyi Bolşevikler yönettiler. İyimserlerin umutları gerçekleşmedi.
Rusya’dan beklenen siyasal ve maddi yardımlar gelmedi. “Başına buyrukluk ve sınırsız baskı”dan başka türlü tanımlanamayacak bir rejim kuruldu.
Öz itibarıyla her türlü diktatörlük baskı demektir ve başka türlü de olamaz. Her türlü devrim iktidarı, mücadele sırasında kararlı ve olağanüstü önlemlere başvurmak zorundadır; bu kaçınılmaz bir gereksinimdir ve eşyanın tabiatından kaynaklanmaktadır. Fakat Bolşeviklerin Ermenistan’da gerçekleştirdikleri acımasızlıkların karakteristik bir özelliği vardı; bunlar amaçsız ve göreliydi.
Bolşevikler ilk aşamalarda yeterince siyasal taktik uygulasaydılar (ki sonradan bunu yaptılar), onların Ermenistan’daki durumları tam olarak garanti edilmiş olacaktı. Zira ülkede karşıt akımlar yoktu.
Fakat Bolşevikler bunu anlamıyorlardı, olmadık yerlerde karşı devrimcilik arıyor ve halkı kendilerine karşı tahrik ediyorlardı.
Şubat ayaklanması tamamen Bolşeviklerin kendi eseridir; onların baskılarının, başına buyruk davranışlarının, ülke ekonomisinin son kalıntılarını da bitiren ve zaten aç olan halkı son lokmalarından da yoksun bırakan bitmez tükenmez müsaderelerin sonucuydu.
Taşnaksutyun, bu ayaklanmanın örgütlenmesine hiçbir şekilde katılmamanın ötesinde, ona karşı çıkmaktaydı.
Biliyorum, ayaklanma öncesinde kimi Taşnaklar bazı köylerde (örneğin Kotayk’ta) hazırlık çalışmalarına bir şekilde bulaşmışlardı.
Ama bu, partimizin işi olmayıp, ayrı ayrı elemanların girişimleriydi.
Yalnız ayaklanma patlak verdikten sonra partimiz harekete geçti; ve bu defa kitlenin peşinden sürüklenerek düzenlemediği bir hareketin başına geçti.

33- Ayaklanma sonucunda Bolşevikler Ermenistan’ın merkezinden çıkarılarak kenar bölgelere (Şerur ve Kazak bölgelerine) sıkıştırıldı.
Hemen “Ermenistan’ı Kurtarma Komitesi” kurularak, iktidarı ele aldı ve mücadeleyi yönlendirdi.

İÇ SAVAŞ 1 .5 AY SÜRDÜ

Bizim çevrelerde, ayaklanan halkın başarısız olmasını ve yenilmesini Bolşevik kuvvetlerinin üstünlüğü ile açıklamak eğilimi yaygındır.

Ben farklı düşünüyorum. Evet gerçekten de iyi mücadele verdiler, gerçekten de kahramanlıklar gösterdiler; ama Bolşevikler… bizimkiler değil. Bizimkiler iyi savaşabilseydiler daha ilk hafta içinde düşmanı Gemerli ve Yelenov cephelerinde ezebilirlerdi (Bolşevik Karşıtı Gürcistan daha direnmekteydi, Bolşevikler dışardan destek alamıyordu ve kendi kuvvetleri gayet azdı). Kötü savaşmamızın sebebi isteksizlik değildi (isteksiz olsak ayaklanmazdık ve ayaklanmanın ilk günlerinde Erivan’da tanık olduğumuz coşku söz konusu olmazdı); kendi gücümüze güvenmiyorduk, başarıya inanmıyorduk.

Ayaklanma kendiliğinden, bilinçsiz bir hareketti. Beklenmedik biçimde patlak verdi, bir an coştu ve hemen de söndü. Ayaklananların iyi savaşması durumunda Sovyet iktidarının devrilebileceğini söylemiyorum; hayır, yenilgi kaçınılmazdı (özellikle Gürcistan düştükten sonra). Biz Ermenistan’daki bütün Bolşevikleri kesebilirdik (ayaklanmanın bir kadar örgütlü olması durumunda bu zor bir iş değildi). Fakat geride Kızılordusuyla beraber Rusya vardı. Ermeni köylüsü ya da Taşnaksutyun Partisi ona karşı direnecek değildi.

Yalnız şunu söylemek istiyorum ki, ayaklanma daha baştan yenilmeye mahkumdu, zira zafere inancı yoktu.

34- 2 Nisan tarihinde Bolşevikler Kanakir’e vardıklarında ve Erivan’ı işgal ettiklerinde, biz Erivan’ı terk ederek, Baş-Garni üzerinden Dereleğez’e hareket ettik.
Ayaklananlar ve partililer ile beraber, nereye ve niçin gittiğini bilmeyen kalabalık bir kitle de harekete geçmekteydi.
Kaçınılmaz yenilgi artık gerçekleşmişti. Takip eden iki-üç ay zarfında Dereleğez ve Zengezur’da yaşananlar artık bir mücadele değil can çekişmeydi.

Erivan düştükten sonra Dağlık Ermenistan’ın Sovyetleştirilmesi gündeme geldi. Hatta bizim orada bulunmamız olayların akışını hızlandırmış da olabilir.
Biz Dağlık Ermenistan’a geçerek, yerli halkı güçlendireceğimizi ve direniş yeteneklerini artıracağımızı düşünüyorduk. Yenilen ve geri çekilme yoluna koyulmuş olan milis birliklerinin; özellikle korkutulmuş kitlenin moralinin çöküşünü ve çaresizliğini hızlandırabileceğini dikkate almamıştık Yerli halk bize yan bakıyor ve misafirperverlik göstermiyordu. Hiç görünmememiz daha iyiydi. Üstüne üstlük onların son lokmasına da ortak oluyorduk.
İstemeden onların yaşamına kargaşa sokmuştuk. Yerli ve dışarıdan gelme Ermeni yönetimler arasında sert bir karşıtlık oluştu.
Askeri güç günbegün erimekteydi. Bizimle gelen aç ve yerli halktan memnun olmayan askerlerin bir kısmı evlerine dönmeyi düşünüyordu. Türkiye Ermenilerinden olan gruplar (silahlı ve silahsız) bir an önce Aras’a ulaşmaya ve oradan da İran’a geçmeye çalışıyordu.
Yerli halk ordunun dağıldığını, ortama hakim olan yönetimsizliği görür ve kendi gücünden kuşku duymaya başlıyordu.
Yaz sonlarında, demokratik cumhuriyetin son karargahının bulunduğu Zengezur’u temizlediler.
Ermenistan tam olarak Sovyetleşti.

]]>
Ermeni Raporu-4-İlk Başbakan Ovanes Kaçaznuni’nin Sunumu-1 https://kocaelikent.com/ermeni-raporu-4-ilk-basbakan-ovanes-kacaznuninin-sunumu-1/ Sun, 28 Apr 2024 20:54:10 +0000 https://kocaelikent.com/?p=166432 İLK BAŞBAKAN OVANES KAÇAZNUNİ’NİN 17 HAZİRAN 1923 TARİHİNDE BÜKREŞ’TE YAPMIŞ OLDUĞU SUNUMU-1- kocaelikent

Yayınlamış olduğumuz derleme bölümünden sonra, Ermenistan’ın ilk Başbakanı Ovanes Kaçaznuni’nin 1923 yılında Bükreş’te yapılan parti kongresindeki, “sadece partili yoldaşlarım için değil, aynı zamanda her Ermeni açısından üzerinde ciddi ciddi düşünülmesi gereken mesele olduğuna kesinlikle inanmam nedeniyle, bu tebliğin yayımlanmasını ve herkese ulaşmasını istedim.” diyerek başladığı sunumunu hiç müdahalesiz veriyoruz.

ERMENİ RAPORU-4-İLK BAŞBAKAN OVANES KAÇAZNUNİ’NİN SUNUMU-1

YOLDAŞLAR!
Bu meseleler, benim gayet uzun ve gayet üzücü düşüncelerimin ana konusunu oluşturmuştur. Sizin de bu konuları düşünmüş olduğunuzdan kuşku duymuyorum. Yalnız, sizin de aynı sonuca varıp varmadığınızı bilmiyorum. Korkarım ki, böyle değildir. Daha fazlasını söyleyeyim: Korkarım ki, benim son kanaatim -ki bunu telaffuz etmek gayet zordur ve ben sadece vicdanımın sesini dinleyerek bunu söyleyeceğim- konferans katılımcılarının toptan tepkisini, belki de öfkesini çekecektir.

BEN BUNA HAZIRLIKLIYIM

Yalnız şuna inanmanızı rica ederim: Benim açımdan bu sözleri yazmak ve imzalamak, bunları benden duyarken hissettiklerinize kıyasla çok daha zor olmuştur. Söyleyeceğim söz, laubaliliğin ya da yeterince düşünülmemiş kanaatlerin bir sonucu değildir. Köklü kanaatlerin ve net bir bilincin sonucudur, zira ben düşünmek ve anlamak, muhakeme etmek, değerlendirmek ve duruş belirleyebilmek yeteneğine sahibim.

Bu yüzden, azıcık sabır göstermenizi ve konulara önyargısız yaklaşmaya çalışmanızı rica ediyorum. Biliyorum, parti kaygılarıyla yaşayan ve parti kıstasları çerçevesinde düşünen kişilerin bunu yapabilmesi kolay değildir.

Bu yüzden bu konuyu yersiz buluyorsanız, sizlerden özür diliyorum.

Başka koşullarda bu sözler gereksiz ve yersiz görünebilirdi.

Fakat benim sunacağım tebliğin farklı içeriği, sizlerin geniş bakış açınıza ve bilinçlerinize hitap etmemi zorunlu kılıyor ve bana hak veriyor. Konuya geçiyorum.

Varacağım sonuçların esaslı biçimde gerekçelendirilmesi amacıyla, büyük savaştan başlayarak Lozan Konferansı’na kadar geçen dönemde Ermeni meselesinin bazı aşamalarını ve Taşnaksutyun Partisi’nin bu dönemdeki rolünü belleklerinizde tekrar canlandırmak isterim.

1914 yılı sonrasında Ermeni meselesi hangi aşamalardan geçti, olaylar nasıl gelişti, nasıl oluştu, birbirini nasıl izledi ve nereye getirdi, bu arada partimiz ne yaptı ve ileride ne yapması gerekir?

Bu konulara yoğunlaşarak, yakın geçmişi hatırladığımda, önemli hususları ikincil ve tesadüfi olanlardan ayırdığımda ve olayları kronolojik düzen içinde sıraladığımda şu manzarayı görebiliyorum:

1- 1914 sonbaharında, Türkiye henüz savaşan taraflardan birine katılmamış, fakat savaş hazırlıkları içindeyken, Güney Kafkasya’da büyük gürültü içinde ve enerjik biçimde Ermeni gönüllü birlikleri oluşturulmaya başlandı. Sadece birkaç hafta önce Erzurum’da yapılan kongrede gönüllü birlikler konusunda alınan olumsuz karara rağmen, Ermeni Devrimci Taşnaksutyun Partisi (EDDP) hem bu birliklerin oluşturulmasına hem de bunların Türkiye’ye karşı gerçekleştirdikleri askeri operasyonlara aktif biçimde katıldı.

EDDP’nin Güney Kafkasya birimleri ve partinin bazı önde gelenleri, gayet ciddi sonuçları” da beraberinde getirecek olan böylesine zor ve sorumluluk gerektiren bir konuda partinin üst karar organı olan kongrenin iradesine karşı geldiler.

NEDEN?

Çünkü kendileri de kitle sendromuna yakalanmış olup, akıntıya kapılmışlardı.

Bu vesileyle, daha önceki dönemde de Taşnaksutyun’un Güney Kafkasya’da kendisi dışında oluşan bazı hareketlerin kurucusu ve müteşebbisi değil, sadece katılımcısı olduğunu hatırlıyorum ve sizlere de hatırlatmak istiyorum. 1903 (kilise malvarlıklarına el konulması dolayısıyla yapılan protesto ve gösteriler) ve 1905-1906 yıllarında (Ermenilerle Müslümanlar arasındaki kanlı çatışmalar) durum böyle olmuştur: Keza ilk geniş çaplı işçi hareketleri (1903-1906) sırasında da böyle oldu ve Taşnaksutyun Bakü’de, Tiflis’te, Batum’da diğer sosyalist partilerin politikaları ve taktikleri doğrultusunda yönlendirildi. İleride göreceğiniz gibi, bu özgün çizgi bizim sonraki dönem faaliyetlerimizde de kendini belli etmiştir.

“Gönüllü birliklerin kurulması gerekir miydi” sorusu günümüzde elbette anlamsızdır. Tarihsel olayların kendine özgü çelik bir mantığı vardır. 1914 sonbaharında Ermeni gönüllü birlikleri kuruldu ve Türklere karşı faaliyete geçti: Bu gelişme, Ermeni halkının hemen hemen çeyrek yüzyıl boyunca beslenmiş olduğu psikolojik ortamın doğal ve kaçınılmaz bir sonucuydu. Bu psikoloji kendine bir biçim bulmalıydı ve onu buldu.

Ve bu hareketi durdurmak (bunu istese bile) Taşnaksutyun’un görevi değildi. O sadece mevcut eğilimi kullanabilir, birikmiş istek ve umutları yönlendirerek dışa vurulmasını sağlayabilir, keza hazır bir gücü örgütleyebilirdi. imkanları ve otoritesi bu kadarına yetecek durumaydı. Harekete karşı gelmek ve kendi çizgisini sürdürebilmek konusunda ise partimiz güçsüzdü; çünkü partinin kendisi, güdüleri güçlü fakat bilinci zayıf olan bir kitle durumundaydı.

Günümüzde kimin suçlu olduğunu sormak da anlamsızdır (eğer sorumluluk konusu gündeme gelebilirse). Piskopos Mesrop, A. Hatisov, Doktor Zavriev, S. Arutyunov, Dro ve Andranilc olmasaydı, başkaları bulunacak ve aynı şeyleri yapacaktı. Gönüllü birliklerin kurulması bir yanlışsa; bu yanlış, kökleri uzak geçmişte aranacak bir siyasal çizginin doğal devamı ve sonucudur. Şimdilik şunu tespit etmek gerekir ki, biz bu gönüllü hareketine aktif biçimde katıldık ve bu katılım parti kongresinin kararına rağmen gerçekleşti.

2- 1914 kışı ve 1915 yılının ilk ayları, Taşnaksutyun da dahil olmak üzere, Rusya Ermenileri açısından bir heyecanlanma ve umut dönemiydi. Biz kayıtsız şartsız Rusya’ya yönelmiş durumdaydık.
Herhangi bir gerekçe yokken zafer havasına kapılmıştık; sadakatimiz, çalışmalarımız ve yardımlarımız karşılığında Çar Hükümeti’nin (Güney Kafkasya Ermenistan’ı ile Türkiye’nin Ermeni eyaletlerinden oluşan) Ermenistan’ın bağımsızlığını bize armağan edeceğine emindik.
Aklımız dumanlanmıştı. Biz kendi isteklerimizi başkalarına mal ederek, sorumsuz kişilerin boş sözlerine büyük önem vererek ve kendimize yaptığımız hipnozun etkisiyle, gerçekleri anlayamadık ve hayallere kapıldık. Güya sarayda naip tarafından sarf edilmiş olan birtakım gizemli laflar dilden dile dolaşıyordu. Sürekli birtakım mektuplara (Vorontsov-Daşkov’un Katolikos’a yazmış olduğu mektup) atıf yapılıyor ve tarafımızca bu mektuplar, ileride taleplerimizi öne sürebileceğimiz ve haklarımızı savunabileceğimiz bir zemin olarak sunuluyordu.
Oysa ustalıkla düzenlenmiş olan bu mektuplar, istek üzerine her türlü anlamın yakıştırabileceği gayet genel ve belirsiz öneriler dışında bir şey içermiyorlardı.
Ermeni halkının gücü, onun siyasal ve askeri önemi, keza Ruslara verdiği destek fazla abartıldı. Bizim gayet mütevazı imkanlarımıza fazla değer vererek, sonuçta kendi umut ve beklentilerimizi de abarttık.

3- 1915 yaz ve sonbahar döneminde Türkiye Ermenileri zorunlu göçe (tehcir) tabi tutuldu, kitlesel sürgünler ve baskınlar gerçekleştirildi.

BÜTÜN BUNLAR ERMENİ MESELESİNE ÖLÜMCÜL BİR DARBE VURDU

Tarihsel Ermenistan’ın, bize devreden gelenekler ve Avrupa diplomasisinin vaatleri doğrultusunda, bağımsızlığımızın temelini oluşturması gereken bölgeleri boşaltıldı; Ermeni vilayetleri Ermenisiz kaldı.

Türkler ne yaptıklarını biliyorlardı ve bugün pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır; sonradan da anlaşıldığı üzere, Türkiye’de Ermeni meselesinin temelli çözümü açısından bu yöntem en kesin ve en uygun bir yöntemdi.

Ve bugün, bizim milislerin savaşa katılmalarının Türkiye Ermenilerinin kaderini ne derecede etkilediği sorusunu sormak da abestir.

Sınırın bu tarafında bizim farklı bir çizgi izlemiş olmamız durumunda, acımasız baskıların olmayacağını kimse söyleyemez. Türklere karşı düşmanlığımızın teraziye konulmaması durumunda söz konusu baskıların da aynı nitelikte olacağını kimse söyleyemez.

BU KONUDA DEĞİŞİK GÖRÜŞLER OLABİLİR

Gerçek, gerçek olarak kalmaktadır ve burası çok önemli ki, Türk egemenliğine karşı onlarca yıl önce başlatılmış olan mücadele, Türkiye Ermenilerinin sürülmesi ve yok edilmesiyle, dolayısıyla Türkiye Ermenistan’ının boşaltılmasıyla sonuçlanmıştır.

KORKUNÇ GERÇEK BÖYLEYDİ

Bırak, bundan sonra uygar dünya Türklerin ifade edilmesi zor kötülükleri karşısında sarsılsın. Parlamentolarda ve sivil toplantılarda devlet adamları katil Türkleri tehdit etsin. “Sarı”, mavi” ve diğer renklerde kitaplar yayımlansın. Her türlü dinin mabetlerinde rahipler zalim Türklerin cezalarını bulmalarını dilesin. Dünya basını korkunç tasvirler ve tanıkların anılarını yayımlasın. Bütün bunların ne anlamı var? Gereken yapılmıştır ve Arabistan çöllerine saçılmış cesetleri sözcüklerle diriltmek, yıkılan evleri ve boşaltılan ülkeyi sözcüklerle kurtarmak imkansızdır.

4- 1915 yılının ikinci yarısı ve 1916 yılının tamamı bizim için genel bir yas dönemi oldu. Van, Eleşkirt, Basen mültecileri, kıyımdan kurtulabilmiş olanların tamamı; onbinlerce, yüzbinlerce kişi gelip Rusya’nın Ermeni kazalarına doldular. Aç, çıplak, hasta ve korku içindeki insanlar köylerimize ve şehirlerimize doldu. Bu aç kitle, kendisi ekmek bulamayan bir ülkeye gelmiş bulunuyordu. Güçsüz, hasta, dermansız mülteciler açıkta kalmıştı. Şirak ve Ararat vadileri muazzam bir hastaneyi andırıyordu; buralarda binlerce Ermeni bizim gözlerimiz önünde, eşiğimizin hemen yanı başında açlıktan ve hastalıktan ölmekteydi.

BİZ BU DEĞERLİ İNSAN HAYATLARINI KURTARMAK KONUSUNDA ACİZDİK

Kızgınlık ve korku içinde bulunan bizler suçlu arıyorduk ve bu suçluyu hemen “Rus hükümeti ile onun kalleşçe politikaları” olarak belirledik.

Siyasal açıdan olgunlaşmamış ve dengesiz insanlara özgü bir şaşkınlık içinde, bir uçtan diğerine savrulmaktaydık. Rus hükümetine karşı dünkü inancımız ne denli körü körüne ve temelsiz idiyse, bugünkü suçlamalarımız da o denli körü körüne ve temelsizdi.

Rusların kasıtlı olarak ağır davrandığı, kararsızlık sergilediği; yerli Ermenileri kesmek için Türklere gerekçe ve imkan sağladığı söyleniyordu. Güya Ruslar, Ermenistan’ı boşaltmak ve ileride oraya Kozakları yerleştirmek için böyle davranmışlardı. Kont Lobanov-Rostovski’nin herkesçe bilinen “Ermenilersiz Ermenistan” projesi gerçekleştiriliyormuş.

Yalnız halk değil, partimiz ve aklı başında yoldaşlarımızın birçoğu da böyle düşünmekteydi.

Biz, Rus hükümetinin izlediği çizgiyi açıklamak için mutlaka bir Ermenisiz Ermenistan projesinin olması gerekmediğini; onun planlarında Türkiye Ermenilerinin ne pahasına olursa olsun üstlenmek gibi bir hususun yer almadığını anlamak istemiyorduk.

Böyle bir plan elbette yoktu. Biz sadece kendi isteklerimizi Rus hükümetine de mal ederek, onu ihanetle suçlamaktaydık.

Tabii ki bizim gönüllü birlikler Van ile Muş’u bir an önce ele geçirmeye çalışıyorlardı. Oraya Ermenileri kurtarmak için gidiyorlardı. Oysa Rus ordu birlikleri Ermeni gönüllülerden oluşmuyordu ve farklı amaçları vardı. Onlarda görülen ve bizim ihanet olarak değerlendirdiğimiz yavaşlık ve kararsızlık, Rus komuta kademelerinin olağan zafiyetiyle (ki bu tür zafiyet örnekleri diğer cephelerde de çok sayıda görülmüştür) ya da tarafımızca bilinmeyen genel askeri koşullarla açıklanabilir.

Bu olay fevkalade özgün ve gayet ilginç olup, özel olarak ele almamızı gerektirmektedir. Siyasal bir parti olarak biz, meselemizin Rusları ilgilendirmediğini ve onların, gerektiğinde bizim cesetlerimizi çiğneyerek geçip gidebileceklerini unutmuştuk.

Bunu anlamadığımızı, bilmediğimizi söyleyemem. Elbette biliyorduk ve gerektiğinde gayet iyi biçimde formüle edebilmiştik. Fakat bu formülün anlamını tam olarak kavramış değildik; bildiklerimizi unutuyor ve çoğu zaman safça savaşın salt Ermeni meselesi yüzünden yapıldığını düşünüyorduk. Ruslar saldırıya geçtiklerinde onların Ermenileri kurtarmaya gittiklerine; geri çekildiklerinde ise bizleri kesmeleri için Türklere imkan sağladıklarına inanıyorduk.

Her iki halde biz de sonuçlar ile amaç ve niyetleri karıştırmaktaydık.

Rusların ihanetinin kanıtlarını arıyor ve elbette buluyorduk ki altı ay önce de Rusların iyi niyetli yaklaşımlarının kesin kanıtlarını aynen bu şekilde aramış ve bulmuştuk.

Kötü kaderden şikayet etmek ve felaketlerimizin sebeplerini kendi dışımızda aramak acıklı bir durumdur; bu bizim milli psikolojimizin karakteristik bir özelliğidir ve Taşnaksutyun Partisi de bundan kaçamamıştır.

Rusların bize kalleşçe davrandığı inancında sanki özel bir teselli vardı (daha sonra da sıra Fransızlara, Amerikalılara, İngilizlere, Gürcülere, Bolşeviklere, tek kelimeyle bütün dünyaya gelecekti).

Sanki saf ve uzak görüşlü olmamamız bir kahramanlıktı ve sonunda öyle bir duruma düştük ki, isteyen herkes bizi kolayca atlattı, ihanet etti, kesti ve başkalarının kesmesine imkan verdi.

5- 1917 Şubatı’nda Rus devrimi patlak verdi. Hiç beklenmedik biçimde önümüzde yeni imkanlar açıldı.
Rusya’da demokratik bir düzen kurulmaktaydı. Gündemde fevkalade önemli sosyal konular (örneğin toprakların kamulaştırılması) vardı. Demokratlar ve sosyalistler olarak bizler, bu yeni düzeni coşkuyla karşıladık. Aynı zamanda milli bir siyasal parti olarak biz, yönetim yetkilerinin merkezden devralınması, bölgelerin ve halkların özerkliği konularına kilitlendik.

YOĞUN BİR ÇALIŞMA BAŞLATILDI

Eski devlet aygıtının değiştirilmesi, yeni yönetimin yerel birimlerinin kurulması gerekiyordu. Devrimin ilk aşamasını yaşayan merkezi hükümet bu konuyla ilgilenmek durumunda değildi. Bu konu tamamen yerli kadrolara emanet edildi. Toplumsal kurumlara, örneğin siyasal partilere, işçi sendikalarına, milli hükümetlere görev verildi (daha doğrusu onlar kendileri bunu görev edindiler).

Birçok milletin yaşadığı Güney Kafkasya’da bu milletlerin yönetime katılımı özellikle karmaşık ve zor bir konuydu. Önemli merkezlerde milli konseyler ve bu arada Ermeni milli konseyleri de kuruldu.

Tiflis’te Güney Kafkasya Komiserliği ile İşçi, Asker ve Köylü Sovyetleri Güney Kafkasya Merkezi kuruldu. Bunlar merkezi yönetimin birbirinden bağımsız olan iki kuruluşuydu ve devlet kurumları oluşturuluncaya kadar bölgeyi yönetmekle görevliydiler.

“Sovyetler Merkezi” yıl sonuna doğru otoritesini kaybetti ve siyasal sahneden uzaklaştı. Buna paralel olarak Güney Kafkasya Komiserliği güçlendi ve bütün Güney Kafkasya’nın hükümeti haline geldi.

6- Daha sonra Seym’de1 ve Güney Kafkasya hükümetinde olduğu gibi, “Komiserlik” de bir koalisyondu.
Bu koalisyon, adı ve biçimi itibarıyla partileri, öz itibarıyla ise ulusları temsil ediyordu.
Başlıca partiler şunlardı: Menşevik fraksiyonu, Sosyal Demokratlar, Musavat ve Ermeni Devrimci Partisi Taşnaksutyun.
Fiilen bunlar bölgenin başlıca üç halkını -Gürcü, Azerbaycan Tatarları ve Ermenileri- temsil ediyorlardı.
Komiserlikte ve daha sonra da hem Seym’de hem de hükümette hakim konum, yönlendirici rol Gürcü Menşeviklerindeydi.

NEDEN?

İşte bazı sebepler:
Birincisi, Komiserlik kendi yetkilerini Petrograd’daki Geçici Hükümet’ten, daha doğrusu Devlet Duması çevrelerinden devralmıştı.

Duma’da Gürcü milletvekilleri Rusya Sosyal Demokrat Partisi gibi güçlü bir örgüte dayanarak eskiden beri önemli bir konum elde etmiş, etki kazanmış ve ilişkiler kurmuştu.
1 Seym: Kafkasya Meclisi (Çevirenin notu).

Güney Kafkasya’da bir “Komiserlik” kurulduğunda, öncelik, Duma’daki varlıkları göze çarpmayan Ermenilere ya da Tatarlara2 değil, doğal olarak Gürcülere verilmişti.

İkincisi, devlet işlerinin yürütülmesi konusunda Gürcüler arasında az ya da çok hazırlıklı kişiler vardı. Bunlar büyük bir siyasal partinin ve daha sonra da Duma’nın çalışmalarına aktif katılmaları sayesinde birtakım alışkanlıklar ve tecrübeler edinmişlerdi. Oysa ne biz, ne de Musavatçılar böyle bir okuldan geçmiştik, hazırlıklı değildik.

Musavat yeni bir partiydi, Taşnaksutyun ise esasen yeraltı faaliyetleri için hazırlıklıydı. Hiç kuşkusuz parti liderlerinin durumu da belli bir önem arz etmekteydi. Gürcüler birkaç yetenekli kişi, toplum önderi çıkarmışlardı; onlarla yan yana oturabilecek kimsemiz yoktu ve biz onların arkasında, ikinci ya da üçüncü sıraları işgal ediyorduk.

Başka bir husus: Eski rejim döneminde Güney Kafkasya’da devlet işleri esasen Gürcülerin elindeydi. Bu durum devrim sonrasında da devam etmekteydi, zira teknik çalışmaların yürütülebilmesi konusunda Gürcüler arasında hazırlıklı insan daha fazlaydı. Resmi hizmet deneyimi, doğal olarak Gürcülerin devlet yönetiminde pekişmesi bakımından sağlam bir zemin oluşturmaktaydı. “Komiserlikten” başlayarak, demiryolu ve posta-telgraf işlerine kadar her alanda durum böyleydi.

En önemlisi ise şu husustu: Güney Kafkasya’da Gürcü halkı en bilinçli ve en iyi örgütlenen halktı. Ayrıca Gürcü halkının fiziki varlığına yönelik herhangi bir tehdit bulunmuyordu. Bu yüzden Gürcüler diğerlerinden güçlüydü.

Gürcü halkının coğrafi konumu ve bir arada yerleşmiş olması, savaşta daha az zarar görmesi, yakın komşularıyla (varlığını tehdit edebilecek düzeyde) bir anlaşmazlığın olmaması sayesinde Gürcüler seslerinin duyulması konusunda Ermeniler ve Azerbaycanlılara kıyasla daha şanslıydılar.
2 “Tatar” adı altında Azerbaycan Türkleri kastedilmektedir. Yazar bu konuda bir dönem Çar yönetimi tarafından kullanılan bu tanımlamayı tercih etse de, bazen “Azerbaycanlılar” tanımını da kullanmaktadır. (Çevirenin notu.)

Gürcüler, gerektiğinde Türkiye ve Azerbaycan’la her halükarda Ermenilere kıyasla daha kolay anlaşabilirlerdi. Dahası Gürcistan dışında, hayatları tehdit altında olan bir Gürcü kitlesi yoktu, oysa Ermenilerin Azerbaycan’da, Azerbaycanlıların da Ermenistan’da soydaşları vardı.

Gürcüler kendi ülkelerinde sakin sakin yaşamaktaydılar; komşularıyla belli sınır anlaşmazlıkları olsa da bunların kaynağı emperyalist iddialardı ve bu anlaşmazlıklar, Gürcistan’ın bugününü ya da geleceğini tehlikeye sokmadan artırabilir ya da tamamen giderilebilirdi.

Ermeni-Türk ve Ermeni-Tatar ilişkileri ise farklıydı. Bunların arasında yüzyıllardan beri devam eden sorunlar vardı ve bunların önemli çatışmalar olmadan çözülmesi imkansızdı. Batıda kesin yenilgiye uğrayan Türkiye, kuzeydoğuda kendi istikbalini temin etmek ve sağlama almak istiyordu. Ve burada Ermeniler, Erzurum ile Bakü arasına girmiş olup, Türklerin yolunu kesmekteydi.

Ermeniler ile Azerbaycanlılar arasında çözülmesi imkansız toprak anlaşmazlıkları vardı. Mesele bir-iki ilçe ele geçirmek değil, milli kitlenin kesintisiz bir coğrafyada devamını sağlamaktı. Bu istek hem Ermenilerde hem de Azerbaycanlılarda vardı. Ermenistan Tatarlara ait Şarur Nahçıvan olmadan yaşayamazdı; ve Nahçıvan’ın Ermenistan için önemi Zakatala, Ahılkelek ve Lori’nin Gürcistan için arz ettiği önemden farklıydı. Hem Ermenistan’ın hem de Azerbaycan’ın şanssızlığı bu noktadaydı.

Siyasal bakımdan yetişkin halkların barışçı bir çözüm bulması belki de mümkündü. Fakat ne bizde ne Azerbaycanlılarda böyle yetişkinlik vardı; bu yüzden söz konusu anlaşmazlık, karşılıklı düşmanlık ve güvensizlik kaynağı olmuştu.

Gürcüler kendi ayrıcalıklı durumlarını pekiştirmek amacıyla Ermeni-Türk ve Ermeni-Tatar anlaşmazlıklarını ustaca (daha güçlü bir ifadeyle fırsatçılıkla) kullandılar. Türklere ve Tatarlara dayanarak ya da kendi sınırlarını bu veya diğer yönde düzeltmekle tehdit ederek, bizi zor durumlara soktular ve kendi isteklerine uymaya zorladılar. Bizimle ittifak yapmaları gerektiğinde ise, Azerbaycanlıları tehdit etmeye başladılar. Bu tür davranışlar siyasal bakımdan tam bir şantaj olarak, Gürcülere komşuları karşısında üstünlük sağladı ve onların hegemonyasını temin etti.

Ben konuyu biraz dağıttım, fakat söz konusu dönemde Güney Kafkasya’daki siyasal durumun anlaşılması bakımından buna ihtiyaç var.

Partimizin şunu anlaması ve aklında tutması gerekir ki, en zor günlerde Gürcü Sosyal Demokrat Partisi’nin hegemonyası altında ve onun kuyruğunda sürünerek hareket etmiştir.

7- 1917 Eylül’ünün son günlerinde Tiflis’te Ermeni kurultayı yapıldı. Kendi yürütme organı olan bir milli kurul kurularak, ‘Merkezi Milli Konsey olarak adlandırıldı. Bu Milli Konsey daha sonra Güney Kafkasya Ermeni halkı adına hareket etti ve milletin tamamının yetkili temsilcisi oldu.
Hem kongrede hem de kurul ile konseyde öncü rolünü Taşnaksutyun oynadı.

8- Aynı yılın sonlarında Güney Kafkasya’da Bütün Rusya Kurucular Meclisi üyeliği seçimleri yapıldı.
Seçim öncesi kampanyalara katılan partilerden Menşevik Sosyal Demokratlar 12, Musavat 10, Taşnaksutyun 9 koltuk elde etti, diğer partilerin elde ettiği koltuk sayısı önemsizdi.
Bu üç büyük parti, siyasal ağırlıkları itibarıyla Gürcüler, Tatarlar, Ermeniler olarak sıralanan üç büyük halkı temsil ediyordu. Bu seçimler Ermeni halkının bünyesinde en güçlü, daha doğrusu yegane güçlü ve organize partinin Taşnaksutyun olduğunu ortaya koydu.

9- Bütün Rusya Kurucular Meclisi toplanamadı. Ekim’de Bolşevik ihtilali patlak verdi, Petrograd ve Moskova’da zafer kazandı, Sovyet düzenini ilan etti ve burjuva eğilimli olduğunu düşündüğü Kurucular Meclisinin toplanmasına müsaade etmedi.

Güney Kafkasya, Şubat Devrimi’ne sadık kalarak, Sovyet egemenliğini ve Sovyet düzenini tanımadı.

NEDEN?

Çünkü bizim bu kenar bölgede hakim partiler geniş tabanlı demokrasi platformunu tercih etmekteydiler ve bu yüzden sınıf, özellikle de parti diktatörlüğünü kabul edemezlerdi. Bunun yanı sıra, ülkenin tam bir sosyalist, hele komünist düzen için olgunlaşmadığını düşünmekteydiler (ayrıca Musavat Partisi’nde sosyalizm adına hiçbir şey yoktu). Ermeni Devrimci Partisi (EDP) Taşnaksutyun’un sosyalist niteliği yüzeysel olup, parti kitleleri arasında derin kökleri yoktu.

GÜRCÜ MENŞEVİKLER ARASINDA İSE MİLLİYETÇİ ANTİ-RUS AKIM GÜÇLÜYDÜ.

İkincisi; Güney Kafkasya siyasal yaşamında havayı belirleyen Gürcü Menşevikleri, Bolşeviklerden kopmuş olup, açıkça onlara karşıydılar.

Kendi ahkamlarına ve partilerinin genel siyasal çizgisine sadık kalan Menşevikler, kendi Rus yoldaşlarının Rusya’da izledikleri politikaları bizim buralarda aynen izlemekteydiler. Bakü’yü ele geçirmek yönünde coşkun bir istek içinde olan ve Pantürkizm ideallerine kapılan Musavat ise Rusya’dan bir an önce ayrılmak istiyordu.

Ermeni Devrimci Partisi Taşnaksutyun, Bakü’de Tatar egemenliği kurulmasından endişe duyarak, yerli Bolşeviklerle sıkı ilişkiler içine girmişti ve onlara yardım ediyordu. Tiflis’te ise, Gürcü ve Tatarları görmezden gelemiyor ve Bolşevik politikaları uygulayamıyordu.

Bunu, istese bile başaramazdı. Fakat istek de yoktu, zira Bolşevik ideoloji ve taktikleri çekici gelmiyordu.
Partimiz kısmen içerdeki kanaatlerin kısmen de dış etkenlerin baskısı altında Bolşevizm karşıtı kampta yer almaktaydı.

10- Yoldaşlarımızın Bakü’de sergiledikleri ortalama ve zoraki duruşu da burada hatırlatmamız gerekir. Onbinlerce proletaryası ve güçlü işçi örgütleri olan sanayi şehri Bakü, Bolşevizmin gelişmesi bakımından daha uygun koşullara sahipti. Bütün Güney Kafkasya’da orası, devrimin ilk günlerinden itibaren Bolşeviklerin güvenilir bir sığınak ve sağlam bir destek bulabildiği tek bölgeydi. Bakü, Ekim Devrimi sonrasında bile Güney Kafkasya Komiserliği’nin egemenliğini biçimsel olarak inkar etmiyordu. Gerçekte ise yönetim iki yerel organın-Toplumsal Kurumlar Sovyet’i ile İşçi Temsilcileri Sovyet’inin- elindeydi.

Bunlardan ilkinde Bolşevik karşıtı akımlar, ikincisinde ise Bolşevikler hakimdi.

Partimizin her iki organda temsilcileri vardı. Birbirinden bağımsız ve farklı nitelikte olan bu organlar arasında açık bir hakimiyet mücadelesi sürdürülmekteydi.

İlk dönemde Toplumsal Kurumlar Sovyeti güçlüydü (burada ılımlı sosyalistler ile liberal burjuvazi, Bolşeviklere karşı sessizce bir blok oluşturmuşlardı). İşçi Temsilcileri Sovyeti ise günden güne güçlenmekteydi ve 1918 Ocak ayına gelindiğinde artık duruma hakimdi.

Bu Sovyet’i Bolşevikler yönlendirmekteydi. O zaman Bolşevikler önemli bir güç değildi; başarıları esasen karşı kamptaki güvensizlik ortamından kaynaklanmaktaydı.

Sadece iki parti -Musavat ile Taşnaksutyun- Bolşeviklere karşı gerçek bir güç ortaya koyabilirlerdi. Fakat Bolşevizme karşı mücadelede başarı kazanabilmek için bu iki partinin ittifak halinde davranması gerekirdi, halbuki bu düşünülemezdi bile; zira karşılıklı güven söz konusu değildi. Taşnaksutyun anlıyordu ki, onun Musavat’a desteği sadece Bolşevik tehdidi ve tehlikesi var olduğu için gerekmektedir.

]]>
Ermeni Yalanı-2- Başlangıç-Türkçe Yayın https://kocaelikent.com/ermeni-yalani-2-baslangic-turkce-yayin/ Sun, 28 Apr 2024 20:36:53 +0000 https://kocaelikent.com/?p=166424 ÇARLIK ORDULARINDA TÜRKİYE’YE KARŞI SAVAŞ

Emperyalist merkezler, Osmanlı devleti ve Mustafa Kemal yönetiminin 1925-1923 arasında Ermenilere katliam veya soykırım uyguladığı suçlamasında bulunuyorlar. Oysa Kurtuluş Savaşımıza denk düşen bu sekiz yıl, asimda Taşnak güçlerinin Çarlık Rusyası, İngiltere ve Fransa ordularının emrinde Türkiye’ye karşı savaş yıllarıdır.
Bu tarihsel olgu, binlerce Taşnak belgesine de yansımıştır.- kocaelikent

Birkaç örnek verelim:
Taşnaklar tarafından yönetilen Ermeni Milli Bürosu’nun Birinci Dünya Savaşı’nın hemen başında Çar II. Nikolay’a gönderdiği bildiri, Taşnak yönetiminin emperyalizme nasıl bel bağladığını gösteriyor: “Şanlı Rus orduları, kendi hükümdarlık toprakları boyunca karlı Ermenistan tepelerinde ve engin Alaşkert vadisinde, Almanya’ya ihtiyaç duyarak kudretli Rusya’ya el kaldırma cüretini gösteren Türkiye’ye karşı savaşırken, Ermeniler, atalarının öğütlerini dinleyerek( … ), hayatlarını ve varlıklarını Yüce Rusya’nın ve onun tahtının şanı için feda etmek için ayağa kalkmışlardır.

“Rus bayrağı, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarında özgürce dalgalanacaktır”
“Türkiye’yle savaş müjdesi, bütün Ermeni halkını coşturmaktadır”

Bütün ülkelerden Ermeniler, şanlı Rus ordularında yer almak ve Rus silahının başarısına kanıyla hizmet etmek için acele etmektedir. Yüce Tanrıya düşmana karşı zafer kazanmak için dua ediyoruz. Yeni şanlı Rus silahı olmak ve Rusya’nın Doğu’daki tarihsel görevini yerine getirmek vatan borcumuz olmaktadır. Kalbimiz bu istekle yanmaktadır.
“Rus bayrağı, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarında özgürce dalgalanacaktır.
“Sizin iradeniz, yüce devletlim, Türkiye’nin boyunduruğu altındaki halklara özgürlük verecektir.”8

-8 Mşak, No. 271, 1914’ten aktaran: Marents, s.89.

Zaten daha savaş başlamadan önce İstanbul’daki Ermeni Patriği Zaven, Ermeni milliyetçi-liberallerin yayın organı Mşak’ın muhabirine, Ermeni meselesinin kökten çözümünün, bütün Ermenistan’ın (Türkiye’nin Doğu Anadolu Bölgesi dahil- M.P.) Ermenilerin kaderinin tarihsel olarak bağlı olduğu Rusya hükümranlığı altında birleşmesiyle gerçekleşeceğini belirtmiştir. Patrik, “Ruslar buraya ne kadar çabuk gelirse bizim için o kadar iyi olur” demektedir.

ERMENİ MESELESİNİN YENİDEN GÜNDEME ALINMASI

Yine Taşnaksutyun Partisi Dışişleri Bürosu Başkanı Zavriyev’in Çarlık Rusya’sının Londra ve Paris Büyükelçilerine 1915 yılında gönderdiği mektup, Birinci Dünya Savaşı’nda Ermenilerin oynadığı rolü gözler önüne sermektedir: “Bugünkü savaşın ilk günlerinden beri Rusya Ermenileri, Rusya’da ve Türkiye’de savaşa katılmayı beklemektedir. Bu durum savaşın sonunda Ermeni meselesinin yeniden gündeme alınması ve kesin şekilde çözülmesi umudunu doğurmaktadır.
Dolayısıyla Ermeniler, yaklaşan olaylara katılmaktan geri duramaz, bundan ötürü savaşta en ateşli biçimde yerlerini almalıdırlar.”
Çarlık Hükümeti’nin arşivinde de yer alan bu mektubun içeriğini destekleyen başka bir Taşnak belgesi de siyaset adamı ve tarihçi Boryan’ın kişisel arşivinde bulunmaktadır.

TÜRK ERMENİLERİNİ SİLAHLANDIRMAK VE SAVAŞ SIRASINDA ÜLKE İÇİNDE AYAKLANMA ÇIKARMAK

1915 Şubat’ında Tiflis’teki Bütün Ermenistan Milli Kongresi’nde Taşnaksutyun Partisi’nin askeri kanat temsilcisinin yaptığı konuşmayı içeren belge çarpıcıdır: “Bilindiği gibi, Rus hükümeti savaşın başında Türk Ermenilerini silahlandırmak ve savaş sırasında ülke içinde ayaklanma çıkarmak için hazır hale getirmek amacıyla hazırlık gideri olarak 242 bin 900 ruble verdi. Gönüllü birliklerimiz Türk ordusunun savunma hattım yarıp, ayaklanmalarda birleşerek cephe ve cephe gerisinde anarşi yaratmak ve bununla birlikte Rus ordularının geçişini ve Türk Ermenistan’ını ele geçirmesini sağlamak zorunda.”

-9 Ermenistan SSC Merkez Devlet Tarih Arşivi (TsGİA Ann. SSR) fond vıpisok, dosya 37, yaprak 45-46’dan aktaran: K.N. Karamyan, Polojenie Zapadnıh Armyan, “Armyanski Vopros” i Mejdunarodnaya Diplomatiya V Posledney Çetverti XIX Ve ka İ Naçale XX \!eka, Yerevanski Gosudarstvenmy Universitet, Yerevan, 1972, s.87 vd.
-10 Mejdunarodnıe Otnoşeniya F Epohu İmperializma (Dokumentz İz Arhiva Tsarskogo İ Vremennogo Pravitelstva), seriya III, t. VII, ç. II, Gosudarstvennoe Sotsialno- Ekonomiçeskoe İzdatelsvo, Moskva-Leningrad, 1935, s.45.

TAŞNAKSUTYUN’UN YAYIN ORGANI ORİZON GAZETESİ

Taşnak yayınları, cephede ve cephe gerisinde anarşi çıkardıklarını ve Rus ordularının vurucu gücü olarak savaştıklarını itiraf eden belgelerle doludur. Taşnaksutyun’un yayın organı Orizon gazetesi, 1912 yılı 196. sayısında şöyle yazıyor: “Türk devlet yetkilileri ve iktidar sahipleri bilsinler ki, ne bir Türkün ne de Türk devletinin bundan böyle herhangi bir Ermeni için hiçbir değeri yoktur. Varlıklarını korumak için başka yollar düşünsünler.”12

Yine Orizon’un 31 Ekim 1914 tarihli 243. sayısında Ermeniler savaşta aktif olarak yer almaya çağrılırken, Çarlık Rusyası’nın zaferinin Ermenilerin de zaferi olacağı belirtilmektedir.13

ÇARLIK RUSYA’SININ KAFKASYA VALİSİ NİKOLAY NİKOLAYEVİÇ İÇİN YAZILANLARA BAKINIZ

Aynı şekilde Taşnakların başka bir yayın organı Ayrenik’in 24 Eylül 1915 tarihli sayısında, Tiflis’e yeni gelen Çarlık Rusyası’nın Kafkasya Valisi Nikolay Nikolayeviç için yazılanlara bakınız: “Dün Tiflis’e Çar’ın Kafkasya’daki vekili ekselansları yüce prens Nikolay Nikolayeviç teşrif etti. Yüce prensin kesin iradesi ve kararlılığıyla Türk hükümetinin varlığım sonsuza dek ortadan kaldıracağına derinden inanıyoruz. Bu inançla Kafkaslar’daki Rus ordusunun sevgili 6. Başkomutanını selamlar ve ona ‘Hoş geldin’ deriz.”14

-11 Bkz. B.A. Boryan, Armeniya, Mejdunarodnaya Diplomatiya i SSSR, c.l, Gosudarstvennoe İzdatelstvo, Moskva-Leningrad, 1929, s.360.
-12 Orizon, No.l96, 1912’den aktaran: K.N. Karamyan, age, s.81.
-13 Orizon, No.243, 31 Ekim 1914’ten aktaran: A.M. Elçibekyan, Arnıenz’ya Nakanune lfelikogo Oktyabrya, İzdatelstvo AN Armyanskoy SSR, Yerevan, 1963, s.l8.
-14 Ayrenik, No.2, 24 Eylül 1915’ten aktaran: A. Lalayan, “Kontrrevolyutsionnıy ‘Daşnaktsutyun’ i İmperialistiçeskaya Voyna 1914-1918 gg.”, Revolyutsionnıy Vostok, No.2-3, 1936, s.91.

ERMENİ HALKININ RUS ORDULARINA MİNNETTARLIĞI

15 Nisan 1915 gününde Vardan komutasındaki gönüllü birliğin Eçmiadzin’deki geçit töreninin ardından üst düzey Rus subaylarında katılımıyla düzenlenen ziyafette ille kadeh, yüce Rusya’nın ve onun kahraman ordusunun şerefine kaldırılır. Bütün Ermeni Katolikosu, törensel dualar okuduktan sonra Ermeni halkının Rus ordularına minnettarlığını ve Ermeni topraklarını yabancıların hükümranlığından birlikte kurtarmaya hazır olduklarını ifade eder.15

Aynı şekilde Bütün Ermeni Katolikosu V. Georg, Van’ın işgal edilmesi üzerine Çarlık Rusyası’nın Kafkasya Valisi Vorontsov Daşkov’a ve 4. Kafkas Ordulan Kumandanı P. İ. Oganovski’ye gönderdiği kutlama telgraflarında Rus ordularının yeni zaferleri için duacı olduğunu belirtir.16

1933 YILINDA AYRENİK’İN 5 NOLU SAYISINDA YAYIMLANAN ANILARINDA

Taşnakların önemli liderlerinden A. Hatisyan da 1933 yılında Ayrenik’in 5 nolu sayısında yayımlanan anılarında “Rus ordusunun yenilmeye başlamasıyla, bu orduya bağlanmış olan umutlarımız da tükendi” ifadesini kullanarak Birinci Dünya Savaşı’ndaki yerini ilan etmiştir.17
İngiliz ve Fransız Ordularının Emrinde Türkiye’ye Karşı Savaş Çarlık Rusya’sının yıkılmasının ardından Taşnaklar, bu sefer batılı emperyalistlerin güdümüne girmişler ve İngiltere, Fransa, ABD gibi devletlerin bölgedeki çıkarılan için Türkiye’ye karşı savaşmışlardır.

İTİLAF DEVLETLERİ’NİN ZAFERİYLE

Taşnak Hükümeti’nin Başbakanı Kaçaznuni, 7 Şubat 1919 tarihinde İngiliz işgal kuvvetleri komutanı General F. Wocker’la yaptığı görüşmede Ermenilerin, İtilaf Devletleri’nin zaferiyle ve Kafkasya’ya gelmeleriyle durumlarının iyiye doğru değişeceğinden kesinlikle emin olduklarım belirtmiştir. Bu görüşmenin raporu, Ermenistan İçişleri Bakanlığı Arşivi’nde saklanmaktadır.18

-15 Ararat, No.5, 1915, s.288 vd.’dan aktaran: A.O. Arutyunyan, Kavkazski Front 1914-1917 gg., İzdatelstvo “Ayastan”, Yerevan, 1971, s.305.
-16 Araraı, No.5, 1915, s.415 vd.’dan aktaran: A.O. Arutyunyan, age, s.307.
-17 Ayrenik, No.S, 1933’ten aktaran: A.A. Lalayan, “Konu•evolyutsionnaya Rol Partii Daşnaktsutyun”, İstoriçeskie Zapiski, No.2, 1928, s.83.

GENERAL DİFFE KOMUTASINDA “İNTİKAM BİRLİKLERİ”

Aynı şekilde Ermenistan Devlet Arşivi’nde bulunan başka bir belge, Adana’daki Ermenilerin Fransız işgal kuvvetleri komutanı General Diffe komutasında “intikam birlikleri” adıyla silahlandırıldıklarını ve Fransız üniformasıyla savaştıklarını anlatmaktadır.19

İngiliz ve Fransız emperyalizmine itaat, Yunan işgaline bel bağlamayı beraberinde getirmiştir. Taşnak Hükümeti Dışişleri Bakanı, Tiflis’teki temsilcisine gönderdiği telgrafta şöyle diyor:
“Cephedeki durum çok ağır… Bir an önce Luck ve Corbeille’e-20- başvurarak, Türk birliklerinin ilerlediği konusunda hükümetlerine telgraf çekmelerini ve gerekli bütün önlemlerin alınmasını istemelerini sağlamak mutlaka zorunlu ( … ) Yunan temsilcisinden de, hükümetine hemen bir telgraf çekerek her şeyi bildirmesini ve Yunan birliklerinin saldırıya geçerek Türk hareketini güçsüz düşünenlerinin olanaklı olup olmadığım öğrenmesini isteyin.”21

TAŞNAK RAPORLARINDA ERMENİ MEZALİMİ

Diğer taraftan Taşnak belgeleri, Çarlık Rusya’sı ve Batı emperyalizminin kumandası altına giren Taşnakların katliam hikayeleriyle doludur.

-18 Bkz. Ermenistan SSC İçişleri Bakanlığı Merkez Ekim Devrimi Arşivi (TsAORMVD SSRA) f. 114, d. 23, y. 48’den aktırran: D. Yenukidze, Krah İmperialistiçeskoy İnterventsii V Zakavkazye, Gospolizdat Gruzinskoy SSR, Tibilisi, 1954, s.188.
-19 Ermenistan SSC Devlet Tarih Arşiv i (GİAArm. SSR) f. 200, d. 132, y. 338’den aktaran: N.Z. Efendiyeva, B orba Turetskogo Naroda Protiv Frantsuzkih Ok/(Upantov Na Yu ge Anato/ii ( 1919-1921 gg.), İzdatelsvo AN Azerbaycanskoy SSR, Baku, 1966, s.116.
-20 İtilaf Devletleri’nin Tiflis’teki temsilcileri.
-21 D.S. Zavriyev, K Noveyşey İstm•ii Severo-Vostoçnzh Vilayetov Turtsii, Tibilisi, 1947, s.85.

ERMENİLERİN BÖLGEDEKİ KÜRT NÜFUSA SALDIRMAMALARI…

Van’ın işgalinin ardından şehrin valisi olan Aram’a Rus ordularının Van birliği komutanı Nikolayev tarafından gönderilen 22 Haziran 1915 tarihli ve 34 sayılı talimatta, Ermenilerin bölgedeki Kürt nüfusa saldırmamaları ve köylerini yağmalamamaları bildirilmektedir.
Ancak Aram, talimata verdiği protesto cevabında, emirlerin yerine getirilmeyeceğini, henüz işgal edilmemiş bölgelerdeki Müslümanlara uyarı olması amacıyla suçluların en ağır şekilde cezalandırılacağını belirtmektedir.22

Taşnakların Baş-Gyaminsk birliği komutanı Yarbay Melik Şahnazarov’un ayrı bir Ermeni tümenine gönderdiği 7 Kasım 1918 tarihli acil damgalı raporunda ise, bölgenin bütün köylerini bombaladıklarını, 30 Türk köyünü ele geçirdiklerini ve geri kalan 29 köyü de bombalamak amacıyla harekat izni istediğini bildirmektedir. Merkezden onay alan Taşnak birliği, Baş-Gyarninsk bölgesindeki onlarca Azeri köyünü yerle bir edecek ve kadın, çocuk, yaşlı, genç yüzlerce insanı öldürecek ve varlıklarını yağmalayacaktır. Bu olayları anlatan Taşnak yarbayının raporu, Ermenistan Devlet Arşivi’nde saklanmaktadır.23

İ STRORİÇESKİE ZAPİSKİ DERGİSİNİN 2. SAYISINDA YAYINLADIĞI TAŞNAK RAPORU İSE, TÜYLER ÜRPERTİCİDİR

Ermeni Sovyet tarihçisi A.A. Lalayan’ın ilkönce 1936 yılında Revolyutsionnıy Vastok dergisinin 2-3 nolu sayısında, daha sonra da 1938 yılında SSCB Bilimler Akademisi Tarih Enstitüsü’nün yayın organı İ stroriçeskie Zapiski dergisinin 2. sayısında yayınladığı Taşnak raporu ise, tüyler ürperticidir. Taşnak subayı, 1920 yılında Beyazıt-Vaaram bölgesinden yazdığı raporunda yapılan uygulamaları övüne övüne hikaye etmektedir: “Basar-Geçar’daki Türk nüfusu ayırt etmeden imha ettim. Bazen kurşunlara yazık olmasın dersin ya. Bu köpeklere karşı en etkili yol, çarpışmadan sonra sağ kalanları toplayıp kuyuların içine tıkmak ve bir daha dünyada bulunmamaları için yukarıdan ağır kayalarla ezmek. Ben de öyle yaptım. Bütün erkekleri, kadınları ve çocuklan topladım, benim tarafımdan atıldıkları kuyuların içinde kayalarla ezerek hepsinin hayatına son verdim.”24

-22 SSCB Ekim Devrimi Merkez Devlet Arşivi (TsGAOR SSSR) f. 579, L 1, d. 1880, y. 3-7’den aktaran: A.O. Arutyunyan, age, s.369.
-23 Ermenistan Devlet Arşivi (Gosarhiv Armenii) f. 67, d. 644, y. 1-2’den aktaran: A.A. Lalayan, age, s.99 vd.
-24 Age, s.101; A. Lalayan, “Kontrrevolyutsionmy ‘Daşnaktsutyun’ İ İmperialistiçeskaya Voyna 1914-1918 gg.”, s.92 vd.
]]>
Ermeni Yalanı-3- Başlangıç-Türkçe Yayın https://kocaelikent.com/ermeni-yalani-2-baslangic-turkce-yayin-2/ Sun, 28 Apr 2024 20:35:18 +0000 https://kocaelikent.com/?p=166426 ERMENİ KÖYLÜLERİNE TAŞNAK İŞKENCESİ

Taşnak kaynakları, Ermeni köylülerinin bizzat Ermeni hükümetinin inanılmaz baskı ve zorbalığı altında yaşadıklarını da belgeliyorlar.- kocaelikent

Örneğin: Taşnak Hükümeti Komiseri V. Agamyan’ın ordudan firarları önlemek bahanesiyle soruşturma veya mahkeme olmaksızın insanları cezalandırdığı ve kurşuna dizdiği belgelere yansımaktadır. Agamyan, firarla suçlanan kişilerin eşlerini, annelerini ve kız kardeşlerini toplayıp, çırılçıplak soyup, köy meydanında bütün insanların gözü önünde kaz yürüyüşünü taklit etmek zorunda bırakmıştır.

KADINLARI TUTUKLAMA EMRİ VEREN AGAMYAN

Taşnak yetkilisi, daha sonra çıplak kadınları dövmüş ve saatlerce suyun içinde tutmuştur. Ardından kadınları tutuklama emri veren Agamyan, geceleyin de genç kadınların ve kızların ırzına geçmiştir.

-26 Gosarhiv Armenii f. 67, d. 1769, y. 25’ten aktaran: age.
-27 Jogovur, No. 105, 1920’den aktaran: age, s.100 vd.

Agamyan, hiçbir şekilde cezalandırılmadan görevini uzun süre sürdürmüştür. Taşnak Hükümeti, ancak M. Azarapetov isimli ajanından köylülerin Agamyan’a suikast girişiminde bulunacağını öğrenince onu merkeze almıştır.28

“KÖYLÜK BÖLGELERDE YAĞMA YAPTI VE KADINLARIN IRZINA GEÇTİ”

Taşnakların eski bakanlarından Cagetyan, İran’da yayımlanan yazısında, içinde bulunduğu Taşnak yönetimiyle ilgili olarak şunları belirtiyor: “Bolşeviklerin izini sürmek bahanesiyle hükümet orduları, sözde gönüllü birlikler (humbalar), icevan (eski Delican) kazasındaki köylük bölgelerde yağma yaptı ve kadınların ırzına geçti.

Gönüllü infaz ekibi, köylüleri öyle bir hale getiriyordu ki, birgünde ‘humbapeta’ (birliğin başı) ‘Arç-Mard’ (ayı-adam)50 gönüllüyle bütün kasabayı kuşatıyor ve yerle bir ediyordu. Yaklaşık bin Ermeni köylüsü Azerbaycan topraklarına sürüldü.”

“DEVLET HAZİNESİNDEN 50 MİLYON RUBLE ZİMMETİNE GEÇİRDİ”

Cagetyan, eş dost ilişkileri üzerinden hiçbir yerel yetkilinin cezalandırılmadığını yazarken, şöyle devam ediyor: “Ermenistan İçişleri Bakanlığı, ülkenin bütün suçlu tiplerinin barınağı haline gelmişti. Bizzat Bakan Krmonyan görevinden ayrılmadan bir gün önce devlet hazinesinden 50 milyon ruble zimmetine geçirdi.”29

Taşnaklardan başka bir temsilcisi olan yayıncı Çalhuşyan ise yıllar sonra hükümet polisini “yağma birlikleri” olarak adlandırıyor ve güneşin batmasının ardından başkentin merkezinde silahsız dolaşmanın imkansız hale geldiğini anlatıyor.30

Gerçekten de humhapeta diye anılan Ermeni gönüllü birlikleri sistemi, Ermenistan’da ve komşu ülkelerde anarşi ve yağmayı sistemli hale getirmiştir.

-28 Gosarhiv Armenii f. 67, d. 1588, y. 62-63’ten aktaran: age, s.lOl vd.
-29 Bkz. A. Karinyan, “K Harakteristike Armyans1..:ih Nationalistiçeskih Teçeniy”, Bolşevik Zakavkazya, No.9-10, 1928, s.70.
-30 Bkz. age, s.70 vd.

HAYDİ YIK, YAĞMALA, ÖLDÜR

Gönüllü birliklerin ruh halini yansıtması bakımından hep bir ağızdan söyledikleri şu şarkı bestelenmiş bir itiraftır: “Haydi yık, yağmala, öldür ve tak omzuna ceketini, özgürce dolaş!”31

Bu ortam, her aklına esenin gönüllü birlik kurmasına yol açmış ve birlikleri birer suç örgütü haline getirmiştir. Deli-Kazar isimli humhapetanın (birliğin başı) aşağıdaki duyurusu bu durumu çok iyi anlatır: “Erivan bölgesi ve Erivan şehri Ermenilerine duyurulur. Ben, bugün bütün çocuklarla birlikte cepheye gidiyorum. Eğer benim gidişimden sonra birileri kendini Deli-Kazar’ın çocukları diye tanıtıp şantajcı olarak adımı kötüye kullanırsa, millet ve askeri iktidar tarafından sert cezalara çarptırılacaktır.”32

ALINAN BU KARARA KARŞI GELENLERİN ÖLÜMLE CEZALANDIRILACAĞI

Taşnak Hükümeti, 1918 yılına gelindiğinde 35 yaşına kadarki bütün vatandaşları askere çağırmış ve Türkiye’ye karşı savaş için tekrar “gönüllü” birlikler kurmuştur. Yayın organlarında yaptıkları yayınlarla da alınan bu karara karşı gelenlerin ölümle cezalandırılacağı, “aklı olanın” bu kurallara uyacağı yazılarak tehdit yöntemlerine başvurulmuştur. Bakü’de yayımlanan Taşnak yayın organı Am/in 1 Mart 1918 tarihli sayısı bu gerçekleri içeriyor.33

CEZALANDIRMAK ÜZERE ÖZEL MÜFREZELER

Ermenistan Devlet Arşivi’nde saklanan başka bir belgede de Taşnak Hükümeti’nin komşularla bitmeyen savaşlara ve milletler arası kırımlara asker vermeyi reddeden Berd, Verhniy Karmir, Ahbyur köylerini ve Şamşadinsk bölgesinin diğer köylerini cezalandırmak üzere özel müfrezeler gönderdiği görülmektedir.34

Taşnakların Gürmü’de yayımlanan Marlik isimli yayın organında, seferberlikten kaçanların köylerine cezalandırmak üzere iki top ve İzdatelstvo AN Armyanskoy SSR, Yerevan, 1954, s.76. bir mitralyözle bir grup askerin gönderileceği ve karşı gelenlerin topa tutulacağı belirtilmektedir.35

-31 T. Haçikog1yan, 10 LetArmyanskoy Strelkovoy Divizii, İzdatelstvo Polit. Uprav.KKA, Tiflis, 1930, s.5.
-32 Age, s.5 vd.
-33 Arev, No.46, 1 Mart 1918’den aktaran: A. Lalayan, “KontıTevolyutsionmy ‘Daşnaktsutyun’İ İmperialistiçeskaya Voyna 1914 1918 gg.”, s.96.
-34 Ermenistan SSC Merkez Devlet Arşivi (TsGA Arın. SSR) f. 67/199, d. 139, y.230’dan aktaran: A. M. Elçibelcyan, Ustanovlenie Sovyetskoy Vlasti V Armenii,
-35 Martik, No.2, 1918’den aktaran: T.P. Agayan, Ve/iki Oktyabr i Borba TrudyaşihsyaArmenii Za Pobedu Sovyekskoy Vlasti, İzdatelstvo AN Armyanskoy SSR,Yerevan, 1962, s.134.

3 ERMENİ ASKERİ KURŞUNA DİZİLMİŞTİR

Hatta Taşnak iktidarı, asker kaçaklarını önlemek amacıyla “Terör Organı” adım verdikleri birlikler kurmuşlar ve şehrin duvarlarına şöyle duyumlar almışlardır: “Bütün kaçaklara ve Ermeni halkına duyurulur. 1 Mart gecesi biri at çalarak diğer ikisi alaydan kaçarak, vatana ve Ermeni halkına ihanet etmiş, 3 Ermeni askeri kurşuna dizilmiştir. Geç olmadan bütün kaçakların birliklerine teslim olmaları ve askerlik görevlerini yerine getirmeleri, yoksa aynı cezaya çarptırılacakları duyurulur. Türklerin Şirak’ı basmasına neden olacak hainlere ölüm. Terör Organı. Gümrü, 2 Mart 1918″36

BOYUN EĞMEYEN KÖYLÜLERİ CEZALANDIRMAK İÇİN

Taşnak Hükümeti’nin, boyun eğmeyen köylüleri cezalandırmak için Zangi nehrinin kolunu kapattığı ve bölgedeki köyleri susuz bıraktığı Ermeni hakim güçlerinin gazetelerinden olan Jogavurd’un29 Haziran 1920 tarihli sayısında aktarılmaktadır. Bu cezalandırmanın sonucunda birçok insan ölmüş, tarladaki ürünler mahvolmuştur.

Aynen Kaçaznuni gibi, yaşanan sürecin muhasebesini yapan Taşnakların eski Dışişleri Bakanı Mauses Petros da, eski Taşnak başbakanlarından Sirneon Vratsyan’a yazdığı açık mektupta maceracılığın ülkeye yıkım, açlık ve milli çatışmalar getirdiğini belirtmektedir.37

Petros’un açık mektubu Hınçakların Tebriz’deki yayın organı Zang’ın 21 Eylül 1921 tarihli sayısında yayımlanmıştır.38

-36 T. Haçikoglyan, age, s.7.
-37 Jogovurd, No.102, 29 Haziran 1920’den aktaran: A.A. Lalayan, “KontrevolyutsionnayaRol Paıtii Daşnaktsutyun”, s.l 02.
-38 Bkz. Rusya Toplumsal Siyasal Tarih Devlet Arşivi (RGASPİ) f. 64, l. 1, d. 208,y. 167-171.

ERMENİ SUBAYININ RAPORU DİKKAT ÇEKİCİ

Türk Ordusu’nu Coşkuyla Karşılayan Ermeni Köylüleri Taşnakların Türklere ve Kürtlere karşı giriştiği katliamlar yanında Ermeni köylülerine de şiddet ve baskı uygulaması, Ermeni halkı içinde de geniş tepkiye yol açmıştır. Dahası bazı Ermeni belgeleri, Ermeni köylülerinin Türk Ordusu’na gösterdiği sıcak duyguları yansıtmaktadır. Taşnak Hükümeti ordusu komutanı tarafından, firar eden Ermeni askerleri aramak üzere Eçmiadzin kazasından Gümrü köylerine gönderilen bir Ermeni subayının raporu dikkat çekicidir.

GÜMRÜ BÖLGESİ ERMENİLERİ TAŞNAK SUBAYINI DÜŞMANCA KARŞILAMIŞ

Komutan, bu subayın ifadelerine dayanarak genel karargaha 14 Kasım 1920 tarihinde şu bilgileri rapor ediyor: “Gümrü bölgesi Ermenileri Taşnak subayını düşmanca karşılamış ve hatta birkaç defa Türklere teslim etmeye kalkmışlar.

Birçok köyde halk tepkili ve askeriyeyi düşman olarak görüyor. İlhiab ve Kapanak köylerinde kızıl bayraklar çekilmiş.
( … ) Subayım, M. Kapanak köyünde Selçan Ermenilerinden oluşan atlıların eşliğinde Türk süvari devriyesiyle karşılaşmış. Kazanlarda yemekler hazırlamışlar. Subayının, yemeği kimin için hazırladıklarını sorduğunda şöyle cevap vermişler: “Tabii ki Türkler için, sizin için değil.”39

VARLIKLARINI KORUMAK İÇİN

Bugün soykırımla suçlanan Türk Ordusu’nun bizzat Ermeni halkı tarafından böyle sıcak karşılanması, suçlamanın gerçekle bağlantısı konusunda herkesi yeterince aydınlatmaktadır.
İlginçtir, Taşnakların kendileri, Ermenistan’da Sovyet iktidarının kurulduğu dönemde, varlıklarını korumak için, Türkiye’ye yönelimi savunmuşlardır.

-39 TsGA Arın. SSR f. 68/200, d. 867, y. 278’den aktaran: A.M. Elçibekyan, VelikayaOktyabrskaya Sotsialistiçeskaya Revolyutsiya İ Pobeda Sovyetskoy Vlasti VArnıenii, İzdatestvoAN Armyanskoy SSR, Yerevan, 1957, s.209

İNSANLARI EZEN TAŞNAKLAR, ÇAREYİ TÜRKİYE’YE SIĞINMAKTA GÖRMÜŞLERDİR

Yıllarca komünizm düşmanlığı yapan ve Ermeni halkı içinde emperyalizme karşı mücadele eden ileri insanları ezen Taşnaklar, çareyi Türkiye’ye sığınmakta görmüşlerdir. Bu olgu, Türklerin katliam veya soykırım yaptığı yönündeki iddiaları da çürütmektedir. Taşnakların gazetesi Araç’ın 20 Kasım 1920 tarihli sayısında yayımlanan “Ateşkes Meselesi ve Yönelimimiz” başlıklı makalede, “eğer Ermeni halkı varlığını korumak istiyorsa Rus değil, Türk yönelimine sahip olmalıdır” ifadesi kullanılır.40

BU TERCİH, TAŞNAKLARIN AMERİKA’DAKİ YAYIN ORGANI AYRENİK’İN SAYFALARINDAN DA AÇIKLANIR ’41’

Hatta yayın organlarında gerek Abdülhamit gerek İttihat ve Terakki iktidarı döneminde, Türkiye’den haddinden fazla taleplerde bulunarak savaşlara yol açtıklarını ve kırımın sorumlusu olduklarını yazarlar.42

KAÇAZNUNİ RAPORUNUN VE ERMENİ BELGELERİNİN EŞSİZ DEĞERİ

Türk-Ermeni ilişkileri açısından Birinci Dünya Savaşı’nın gerçekleri üzerine tartışmalarda bir belge lafıdır gitmektedir. Ermeni soykırımının geçerliliği veya geçersizliğini kanıtlayacak sihirli bir belge aranmaktadır. Soykırım gibi büyük bir tarihsel olayı bir belgeyle veya birkaç belgeyle ispatlama iddiası, gerçekten de gariptir.
Ama ille bu kadar kudretli bir belge aranıyorsa, işte Kaçaznuni raporu eşsiz değerdedir.
Çünkü raporu yazan, Ermenistan’ın ilk başbakanıdır; Türk başbakanı değildir.

-40 Araç, No.255 20 Kasım 1920’den aktaran: A.A. Lalayan, age, s.105 ve T.P. Agayan,age, s.31.
-41 A. Myasnikov, Armyanskie Politiçeskie Partii Za Rubejom, İzdatelstvo “SovyetskiKavkaz”, Tiflis, 1925, s.19.
-42 T.P. Agayan, age, s.31.

RAPORU YAZAN, SAVAŞAN TARAFLARDAN BİRİNİN BAŞINDADIR

Ve o başbakan, soykırım olarak nitelenen olayları Taşnak Partisi’nin veya Ermeni Hükümeti’nin en yetkilisi olarak yaşamıştır.
Ve savaşın içinde değil, olaylar bittikten sonra bütün savaşın soğukkanlı ve vicdanlı bir değerlendirmesini yapmıştır.
Raporu yazan, savaşan taraflardan birinin başındadır ve üstelik soykırıma uğradığı söylenen tarafın başbakanıdır.
Soykırıma uğradıkları iddia edilen Ermenilerin başbakanı, olayı bir savaş olarak değerlendirmekte ve daha önemlisi emperyalistlere alet olduklarını açık yüreklilikle ortaya koymaktadır.

Elinizdeki belge, Türk arşivlerinde değil, Rus ve Ermeni arşivlerinde bulunuyor. Emperyalistler, Ermeni soykırımı iddialarını değerlendirirken, Ermeni Başbakanı’na güvenmiyorlarsa kime güvenecekler?

Eğer Ermeni arşivleri de onları ikna etmiyorsa, hangi arşiv ikna edecek?

Kaçaznuni’nin raporu, emperyalizmin büyük yalanına son vermektedir.
Artık yapılacak iş, Kaçaznuni’nin raporunu ve gerçekleri ortaya koyan diğer Ermeni belgelerini, Türkçe, İngilizce, Almanca, Fransızca, Ermenice, Rusça, Çince, Arapça, ispanyolca ve başka dillerden basıp, dünya ölçeğinde bir kampanya yürütmektir.

İŞTE GERÇEKLER, HEM DE İLK ERMENİSTAN BAŞBAKANI, TAŞNAKSUTYUN PARTİSİ LİDERİ SAYIN KAÇAZNUNİ’NİN KALEMİNDEN

Bu raporun birer örneğini ABD Temsilciler Meclisi Uluslararası İlişkiler Komitesi, ABD’nin çeşitli eyalet meclisleri ve hükümetleri, Fransız Milli Meclisi, Alman Federal Meclisi, İsviçre Millet Meclisi gibi kurumlara göndermek yerinde olacaktır. Kabul ettikleri Ermeni soykırımı veya katliamı kararlarının tarihsel gerçeklere ne kadar uygun olduğunu Ermeni Başbakanı’ndan öğrenebilirler.

]]>
Ermeni Yalanı-1- Başlangıç-Türkçe Yayın https://kocaelikent.com/ermeni-yalani-1-baslangic-turkce-yayin/ Sun, 28 Apr 2024 12:52:04 +0000 https://kocaelikent.com/?p=166417 KAÇAZNUNİ KİMDİR?

Ovanes Kaçaznuni (İgithanyan) (Hovannes Katchaznouni), 1918 yılı Temmuz ayında kurulan Ermenistan devletinin ilk başbakanıdır. Taşnak hükümetini, 1919 Ağustos ayına kadar 13 ay yönetmiştir- kocaelikent
Taşnaksutyun Partisi’nin kurucularındandır ve önemli lideridir.
Ermenistan’ın ve Taşnak Partisi’nin en yetkilisidir.
1868 yılında Gürcistan’a bağlı Ahıska bölgesinde doğmuştur.

Mimarlık eğitimi aldıktan sonra Bakü, Batum ve Tiflis’te mimar olarak çalışır. Taşnak örgütüne Bakü’de katılır. 1905-1906 yıllarındaki Ermeni-Tatar çatışmaları sırasında karşılıklı kırımı engellemek üzere kurulan komisyonda görev yapar.

1911 yılında Taşnaksutyun davasından arandığından dolayı Türkiye’ye kaçar. İstanbul’da, ardından da Doğu Anadolu’da bulunur. Propaganda faaliyetleri yürütür. 1914 yılında Trans kafkasya’ya geri döner. 1917’de Ermeni Ulusal Konseyi üyesi olur. 1918’e kadar Kafkasya parlamentosunda (Seym) Taşnak temsilcisi olarak bulunur.
Trabzon ve Batum’da Türklerle yapılan barış görüşmelerinde Ermeni heyeti içinde yer alır. 4 Haziran’da Hatisov’la birlikte Ermenistan Cumhuriyeti adına Batum Antlaşması’na imza atar. 1918 Temmuz’unda bağımsız Ermenistan’ın ilk başbakanı olur. 1919 Ağustosu’na kadar bu görevde kalır. 1919 Şubatı’nda Ermenistan Parlamentosu’nun kararıyla yardım sağlamak amacıyla ABD’ye ve Avrupa’ya gider. 1920 yılında Ermenistan’a geri döner ve Ermenistan Parlamentosu başkan yardımcılığına atanır.

1920 yılında Ermenistan’da Bolşevik iktidarının kurulmasının ardından tutuklanır. 1921 yılında Bolşevik yönetimine karşı yapılan karşıdevrimci ayaklanmanın bastırılmasından sonra ülkeyi terk eder. 1921-24 yıllan arasında Bükreş’te yaşar. 1923 yılında kitabın yayımlamasının ardından Taşnak Partisi’nden istifa eder, geri dönmek için Sovyet Ermenistan’ı hükümetine başvurur.

1925 yılında Erivan’a yerleşir. Mimar olarak çalışır, üniversitelerde ders verir ve profesörlük unvanım alır. 1938 yılında hayatını kaybeder. (Entsildopediya “Armyanski Vapros”, Yerevan, 1991, s.197.)

Ermeni Yalanı-1- Başlangıç-Türkçe Yayın

KENDİ DİLİNDE ERMENİLERİN SOYKIRIM YALANI

Bizim Devrim gazetesinin kütüphanesinde kitaplara göz gezdirirken, İTO (İstanbul Ticaret Odası)’nın 2008 basımı bir belgesel yayını bulduk.

Ermenistan’ın İlk Başbakanı Ovanes Kaçaznuni’nin yazdığı kitabın adı: “TAŞNAK PARTİSİ’NİN YAPACAĞI BİR ŞEY YOK”…

Ermenilerin ve Türkiye Cumhuriyeti iç/dış düşmanlarından oluşan teksesli korolarının saldırı naralarının duyulduğu bu günlerde bu kitaptan yararlanmak akıllıca olur diye düşündük.

Bu kitap ne bir hikaye ne bir roman, ne de bir kurgudur. Tam anlamıyla bir belgeseldir. 1915 Ermeni Meselesine ilişkin tüm gerçekleri, dönemin önemli bir şahidinin kaleminden gözler önüne seren tarihi bir belgedir.

Bu kitap, Ermenistan ve özellikle Ermenistan Diasporası’nın, Türkiye Cumhuriyeti’ni uluslararası arenada zor durumda bırakmak niyetiyle ortaya attığı asılsız Ermeni soykırımı iddialarına karşı sessiz bir çığlıktır. Bu sessiz çığlığı önemli kılan husus ise, bu sesin sahibinin bir Türk değil, olayları tarafsız bir gözle ele alan bir Ermeni olmasıdır.

Çünkü bu kitabı, Ermenistan’ın ilk başbakanı Ovanes Kaçaznuni yazmış. 1915 Ermeni Meselesi tazeliğini korurken, Türklerin maruz kaldığı haksız ithamlara karşı o tarihlerde yaşananların içyüzünü anlatıyor.

Kendi ülkesinde yasaklanan kitabı yazan Başbakan Kaçaznuni, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin ataları olan Osmanlılar’ın asla bir Ermeni soykırımı yapmadığını, yetkili bir ağız olarak kendi vatandaşlarına söylüyor. Bu tartışmalı yıllar boyunca, Ermenistan Taşnak hareketinin bizzat içinde yaşayan Ermenistan’ın ilk başbakanı tarafından hazırlanan ve seslendirilen bu rapor, halen gözlerden uzak tutulmaya çalışılmakta.

İTO yapmış olduğu bu çalışma ile önemli bir görevi yerine getirmiştir ve emeği geçenlere teşekkür ediyoruz.

İTO kitabın Türkçe yayınlanışın girişinde;

“Arşivler açılsın, gerçekler ortaya konsun deniyor. Ermeni arşivleri arşiv değil mi? Arşiv!

İşte biz de o arşivlerin kapağını kaldırıyoruz.

Gerçeklerin saptanması için, bütün dünyayı Ermeni ve Rus arşivlerini incelemeye çağırıyoruz. Başka arşive gerek bile kalmıyor.

Dönemin Ermenistan hükümeti yöneticilerinin raporları, Ermeni komutanların üstlerine yazdıkları raporlar, Boryan ve Lalayan gibi namuslu Ermeni tarihçilerinin yayınladıkları belgeler, gerçekleri saptamaya yetiyor. Bunların hepsi birer resmi belge olup inkar edilemeyecektir.

1923 yılında Taşnak Konferansına Sunulan Rapor Kaynak Yayınları’nın “Ermeni Belgeleriyle Ermeni Soykırımı Yalanı” dizisine, Ermenistan hükümetinin ilk başbakanı ve Taşnaksutyun Partisi liderinin imzasını taşıyan bir resmi belgeyle başlıyoruz.

Vurguluyoruz, elinizdeki kitap, bir dergi yazısı veya bir konuşma değil, 1923 yılı Nisan ayında Taşnaksutyun Partisi’nin Bükreş’te yapılan Yurtdışı Konferansı’na sunulmuş rapordur. Raporu okuyan, Ovanes Kaçaznuni, denebilir ki, Taşnak hareketinin en önemli lideridir. “Ermeni soykırımı” diye nitelenen 1915-1923 döneminde Taşnak hareketinde sorumlu konumlarda bulunmuştur. Yayınladığımız rapor, işte o dönemin özetidir.”

RAPORUN YAYINLANMASI

Kaçaznuni, konferans raporunda, geçmiş dönemin özeleştirisini yapar. Bu özeleştiri, aslında bir itirafnamedir. Kaçaznuni, çekilen acılardan Taşnaksutyun Partisi’nin sorumlu olduğunu dürüstçe ve açık yüreklilikle saptar. Raporun sonunda Taşnaksutyun’un kendini feshetmesi ve siyasi arenadan çekilmesi gerektiğini savunur.

Son cümleleri çarpıcıdır, “Evet intiharı öneriyorum, Parti kendisini feshetmelidir” der.

Kaçaznuni, hemen o yıl raporunu kitap olarak yayımlatır. Koyduğu başlık, yine intihar önerisini vurgulamaktadır: “Taşnaksutyun’un Artık Yapacağı Bir Şey Yok.”

Kaçaznuni, raporu kitap haline getirirken, partinin iç işleyişiyle ilgili bazı somut önerilerin bulunduğu üç-dört sayfayı çıkarmıştır.

Kitapta ek olarak, raporu mektupla eleştiren partili bir arkadaşına cevabı da bulunuyor.

Ermenice basılan kitap, dört yıl soma, 1927 yılında Rusçaya çevrilerek Tiflis’te “ibreti alem” olması amacıyla 2 bin adet basılır.

Rusça basıma bir de önsöz eklenmiştir. Kitabın İngilizce basımı ise, 1955 yılında, “The Armenian Revolutionary Federation (Dashnaksoution) Has Nothing To Do Anya More” başlığıyla” Annenian Information Service” (Ermeni istihbarat Servisi) tarafından New York’ta yayımlananı var. Ancak bu İngilizce yayın, kitabın bütününü içeriyor.

İlginç olan, ama kitabın içeriğine bakınca doğal karşılanacak olay şudur: İlk Ermeni başbakanının bu tarihi raporu Ermenistan’da yasaklanmıştır. Yayının Avrupa’daki kütüphanelerden Taşnaklar tarafından toplatıldığı da biliniyor. Kitabın çeşitli dillerden yayımlanan basımları, Avrupa kütüphanelerinden toplatılmıştır Kitabın kataloglarda adı var, ancak raflarda bulunmuyor.

-2 S. Hanoyan’ın kaleme aldığı önsözde Sovyet iktidarıyla ilgili fikirlerine belirli eleştiriler getirilmekle birlikte Kaçaznuni’nin “açık kalpli” davrandığı ifade ediliyor.
-*Ancak Sovyet Ermenistanı’nda Kaçaznuni’nin kitabına ağır eleştiriler de getiriliyor. Örnek olarak bkz. Marents, “Litso Arsyaskogo Smenohovstva”, Bolşevik Zakavkazya, No.3-4, 1928, s.83 vd.

Kaçaznuni’nin kitabının Rusça basımını, Ermeni Meselesi üzerine çalışmalarım sırasında, Moskova’daki Lenin Kütüphanesi’nde bulunuyor.

Kitabın Türkçe çevirisini titiz bir çalışmayla Arif Acaloğlu yapmıştır.

TÜRKİYE’DEKİ ARAŞTIRMALAR

Kitabın daha önceki basımlarının sunuşunda, Kaçaznuni’nin kitabının Türkiye’de daha önce Prof. Dr. Türkkaya Ataöv tarafından 1985 yılında yapılan İngilizce bir yayımla okuyucuya duyurulduğunu belirtmiştik. Oysa Prof. Ataöv’den 34 yıl önce Esat Uras’ın ve birkaç yıl önce Dış Politika Enstitüsü ile Kamuran Gürün’ün, aynı yıl Mim Kemal Öke’nin yayınlarında Kaçaznuni’ye göndermelerde bulunuyor. Bizim saptadığımız, kitap Türkiye’de yarım yüzyılı aşan bir süredir biliniyor.

Esat Uras, 1950 yılında yayımlanan Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi başlıklı ünlü eserinde, Kaçaznuni’nin kitabından alıntılar yapmış. 3 Kitabın 1923 yılında Viyana’da yayımlanan Ermenice basımının 1950 yılından önce Türkçeye çevirtildiği anlaşılıyor.

Aynı “manüskri” (elyazısı) nüshadan yapılan alıntılar, Büyükelçi Kamuran Gürün’ün 1983 yılında Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanan Ermeni Dosyası adlı kitabında da var.

1983 yılında “Dış Politika Enstitüsü” tarafından yayımlandığı belirtilen Dokuz Soru ve Cevapta Ermeni Sorunu başlıklı kitapçığın kaynakçasında da, Kaçaznuni’nin 1923 Viyana basımına yer verilmiş. 5Ancak burada Kaçaznuni’nin kitabının başlığı Ermenice değil, İngilizce. Dış Politika Enstitüsü’nün devlet kurumlarına bağlı olarak yayın yaptığı kolaylıkla söylenebilir.

-3 Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1950, s.716, 740 vd, 758.
-4 Kamuran Güıün, Ermeni Dosyas;, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1983, s.196, 234, 274, 304 vd, 308.
-5 Dış Politika Enstitüsü, Dokuz Soru ve Cevapta Ermeni Sorunu, Ankara, Nisan 1983, s.41.

Mim Kemal Öke, 1984 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nin yayımladığı İngilizce bir derlemede, Kaçaznuni’nin 1955 yılında New York’ta yayımlanan İngilizce basımından uzunca bir bölüm almış.

Prof. Dr. Türkkaya Ataöv de, 1984 yılında Kaçaznuni’nin kitabı üzerine on sayfalık bir İngilizce yazı yayımlamış. Bu yazı, İngilizcesinin arkasına Fransızca, Almanca, İspanyolca çevirileri de eklenerek devletin propaganda kurumları tarafından kitapçık halinde basılmış.? Ataöv, Türkçesi yayımlanmamış olan bu yazısında, elinde Kaçaznuni’nin Ermenice basımından Türkçeye çevrilmiş 61 sayfalık bir daktilo metnin bulunduğunu da belirtiyor. Esat Uras ve Kamuran Gürün’ün gönderme yaptığı “manüskri” çevirinin daktiloyla çoğaltıldığı anlaşılıyor. 1984 yılı öncesinde başka araştırmacılarında kitabın Türkçe veya İngilizce çevirilerine göndermede bulunmuş olmaları mümkündür.

ÜLKEMİZDE KAÇAZNUNİ’NİN RAPORU BUGÜNE KADAR DEĞERLENDİRİLMEMİŞ

Ermeniceden yapılmış Türkçe çeviri, Dışişleri Bakanlığı’nda varmı? bilmiyoruz, ancak Türk Tarih Kurumu’nda muhafaza edilmektedir.

Ülkemizde Kaçaznuni’nin raporunun bugüne kadar değerlendirilmemiş olması bir bakıma şaşırtıcıdır; bir bakıma da olağan sayılabilir.

Çünkü Türkiye hükümetleri ve Türk araştırmacılar, tezlerini emperyalizme karşı mücadele zeminine, Kurtuluş Savaşı’nın haklılığı gibi sağlam bir temele oturtamamışlardır. Çünkü bu raporun önemi, gerek bilim ve araştırma çevrelerinde, gerekse Dışişleri Bakanlığı tarafından anlaşılmamış ve değerlendirilmemiştir. Kaçaznuni raporunun Türkçe çevirisi yayınlanmamış, adeta saklanmıştır.

Rapor üzerine dişe değer bir Türkçe inceleme bile yapılmamıştır. Kuşkusuz bunda, Türkiye makamlarının ve araştırmacılarının, Rus ve Ermeni arşivlerinden uzak durma eğilimleri, Rus kaynaklarını değerlendirmeyi Bolşevikliğe bulaşmak olarak algılamaları, birinci derecede etkili olmuştur. Resmi Türk tezlerini Batılı emperyalistlere beğendirme kaygısının belirleyici olduğu buradan da anlaşılmaktadır. Mesele buradadır.

-6 Mim Kemal Öke, “The Respons es of Turkish Aımenians to the Aımmenian Question”, Boğaziçi University, Armenians in the Ottoman Empire ande Modern Turkey (1912-1926), İstanbul 1984 içinde, s.79. 7 Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, An Armenian Source: Hovhannes Katchaznouni; U ne Source Armenienne: Hovhannes Katchaznouni; Eine arınenische Quelle: Hovhannes Katchaznouni; Fuenta Armenia: Hovhannes Katchaznouni; Second Printing,
Ankara, March 1995.

Kaçaznuni raporunu Türkiye kamuoyuna ilk tanıtan, Aydınlık dergisinin 2 Ekim 2005 tarihinde başlayan yayınları oldu. Raporun Rusça basımına dayanarak yapılan bu yayınlarda raporun geniş bir Türkçe özeti verildi ve değerlendirilmesi yapıldı.

KAÇAZNUNİ’NİN SAPTAMALARI:

Kaçaznuni, raporuna başlarken özellikle belirtiyor. Bu değerlendirmelere ağır bir düşünce süreci sonunda varmıştır. Ulaştığı sonuçlar, yüzeyselliğin ve iradesizliğin ürünü değildir ve birçoklarını kızdıracağını bilmektedir. Kaçaznuni, Taşnaksutyun Konferansı’na katılan delegelerden, önyargılardan sıyrılarak, kendisini sabırla dinlemelerini rica etmektedir. Konuyu sıralarken, Birinci Dünya Savaşı’ndan Lozan Konferansı’na uzanan süreci Ermeni meselesi açısından belirli dönemlere ayırarak inceleyeceğini ve Taşnaksutyun’un bu süreçteki rolünü ele alacağını açıklıyor.

Taşnak Hükümeti’nin ilk başbakanı, özellikle şu saptamalarda bulunuyor:

– Dünya Savaşı öncesinde gönüllü silahlı birliklerin oluşturulması hataydı.
– Kayıtsız şartsız Rusya’ya bağlanmışlardı.
– Türklerden yana olan güç dengesini hesaba katmamışlardı.
– Tehcir kararı amacına uygundu.
– Türkiye, savunma içgüdüsüyle hareket etmişti.
– 1918 sonlarındaki İngiliz işgali, Taşnakların umutlarını yeniden kabartmıştı.
– Ermenistan’da Taşnak diktatörlüğü kurmuşlardı.
– Denizden denize Ermenistan projesi gibi emperyalist bir talebe kapılmışlar, bu yönde kışkırtılmışlardı.
– Müslüman nüfusu katletmişlerdi.
– Ermeni terör eylemleri Batı kamuoyunu kazanmaya yönelikti.
– Taşnak yönetimi dışında suçlu aranmamalıydı.
– Taşnak Partisi’nin artık yapacağı bir şey yoktu; intihar etmeliydi.

Evet, bütün bu saptamalar, Ermenistan’ın ilk başbakanı, Taşnaksutyun Partisi’nin kurucusu Kaçaznuni’ye ait.

KAÇAZNUNİ, RAPORUNDA TÜRKİYE’Yİ SORUMLU TUTAN BİR DEĞERLENDİRMEDE BULUNMUYOR

Kaçaznuni, 1914’ten 1923’e uzanan süreçte, Türk-Ermeni ilişkilerinin özünü, savaş hali olarak ele almaktadır. Bu savaş, Kaçaznuni’nin belirlemesine göre, aslında Türkiye ile büyük emperyalist devletlerarasındaki bir savaştı. Kaçaznuni, raporunda Türkiye’yi sorumlu tutan bir değerlendirmede bulunmuyor. Çünkü Taşnakdan ve onun peşine takılan Ermenileri savaşın bir tarafı, Türkiye’yi ise savaşın diğer tarafı olarak değerlendiriyor. Türkiye’nin zaferi karşısında Taşnaksutyun’a artık kendi hayatına son vermek dışında yapacak bir şey kalmamıştır.

1921 SONRASI, ERMENİ AYDINLARI İÇİN YOĞUN BİR ÖZELEŞTİRİ DÖNEMİDİR

Kaçaznuni’nin bu saptamaları bazılarını şaşırtmaktadır. Oysa yenilgi sonrasında Ermeni devlet adamları ve tarihçilerinin birçoğu aynı değerlendirmeleri yapmaktadır. 1921 sonrası, Ermeni aydınları için yoğun bir özeleştiri dönemidir. Ayaklar suya ermiştir. Gerçeklere ulaşılmasında kuşkusuz Ermenistan’da kurulan Bolşevik yönetiminin de önemli etkisi var. Emperyalizme karşı konuşlanmak, Ermeni aydınlarını ister istemez gerçeklerle buluşturmakta ve Lenin-Atatürk ittifakının mevzilerine çekmektedir.

İBRET DERSİ KAÇAZNUNİ’NİN RAPORU

Bu nedenle özellikle 1921 sonrasına ait Ermeni ve Taşnak belgeleri, Kaçaznuni’nin görüşlerini doğrulamaktadır. Bir kısım Ermenistan devlet arşivlerinde bulunan Taşnak belgeleri, soykırım yalanları aynı Kaçaznuni gibi çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Bizzat Taşnak kaynakları, Çarlık Rusya’sı ve Batı emperyalizmi tarafından Türkiye’ye karşı nasıl kullanıldıklarını, işgal sırasındaki Ermeni mezalimini ve Türk ordusunun buna karşı verdiği haklı savaşı zengin belgeleyerek ortaya koymaktadırlar. İbret Dersi Kaçaznuni’nin raporu, sadece tarihsel bir gerçeği tartışmasız olarak ortaya koyduğu için değil, günümüz dünyasında paha biçilmez dersler taşıdığı için de olağanüstü değerdedir.

AMA BÜTÜN BU TERTİP VE PLANLARIN BİRDE SON PERDESİ VARDIR

ABD emperyalizminin stratejisinde küçük etnik ve dinsel topluluklara belli ülkeleri parçalamada özel misyonlar yüklenmektedir. Bu misyonların ne kadar kanlı sonuçlar doğurduğu Yugoslavya, Afganistan ve Irak örneklerinde çok güzel görülüyor. Dahası, yeni örneklerin sırada olduğunu herkes görmektedir. Ama bütün bu tertip ve planların birde son perdesi vardır. O son sahnelerde yaşanan faciaları, Kaçaznuni’nin raporunda bütün acıklı yönleriyle görmek mümkündür. Yüzlerce ve hatta binlerce yıldır birlikte yaşadığı halkların üzerine sürülenler, bunun bedelini yalnız komşularına değil, en ağır bir şekilde kendi halklarına ödetmişlerdir.

Kaçaznuni, bütün Ermeni yazarları gibi, Rus Çarlığı, İngiliz emperyalizmi ve Fransız emperyalizmi bizi kullandı diyor ve en sonunda bizi terk edip ortada bıraktıkları zaman, artık herkesin bize ihanet ettiğini söyleyip dövünmekten başka çaremiz kalmamıştı. Tarihin gidişini okuyanlar, bugün yaşanan süreçlerin sonunda yapılacak özeleştiri ve yakınmaların da başka bir tonda olmayacağını elbette görmektedirler.

Taşnak belgeleri, soykırım yalanını aynı Kaçaznuni gibi çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor

TAŞNAK ARŞİVİNDEKİ DİĞER BELGELER DE KAÇAZNUNİ’Yİ DOĞRULUYOR

Kaçaznuni’nin raporundaki saptamaları Taşnak arşivlerindeki diğer belgeler de doğruluyor. Bir kısım Ermenistan devlet arşivlerinde saklı bulunan Taşnak belgeleri, soykırım yalanını aynı Kaçaznuni gibi çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Bizzat Taşnak kaynakları, Çarlık Rusya’sı ve Batı emperyalizmi tarafından Türkiye’ye karşı nasıl kullanıldıklarını, işgal sırasındaki Ermeni mezalimini ve Türk ordusunun buna karşı verdiği haklı savaşı kanıtlamaya yetiyor.

]]>
Tekonokent Sur imar yolu yapılıyor https://kocaelikent.com/tekonokent-sur-imar-yolu-yapiliyor/ Sun, 28 Apr 2024 12:16:34 +0000 https://kocaelikent.com/tekonokent-sur-imar-yolu-yapiliyor/ Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, Sur ilçesinde yeni imara açılan yerlerde vatandaşların ulaşım sorunu yaşamaması amacıyla Teknokent arkasına yeni bir yol inşa ediyor.

DİYARBAKIR (İGFA) – Yol Yapım ve Altyapı Koordinasyon Dairesi Başkanlığı tarafından sürdürülen çalışmalar kapsamında, kazı ve alt yapı deplase çalışmaları bitirildi, taş dolgu işlemlerine başlandı.

2 bin 180 metre uzunluğuna ve 20 metre genişliğe sahip olacak yolda dolgu işleminin ardından stabilize çalışması yapılacak. 

Tek yönlü olarak planlanan yolun bitmesinin ardından çevreye güzel bir görünüm kazandırılacak ve vatandaşlar daha rahat bir ulaşım imkânına kavuşacak.

]]>