Felsefî – Kocaeli Kent https://kocaelikent.com Hayal Defterim Sun, 13 Aug 2023 19:23:58 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.3 https://kocaelikent.com/wp-content/uploads/2020/06/cropped-küçük-logo-KK-32x32.jpg Felsefî – Kocaeli Kent https://kocaelikent.com 32 32 Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (11’inci bölüm) https://kocaelikent.com/felsefi-temeli-islamda-insan-hakki-kavrami-11inci-bolum/ Tue, 11 May 2021 22:28:36 +0000 https://kocaelikent.com/?p=58761

Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (11’inci bölüm) … “’Kısas’, gerek “nefs” bakımından, gerek uzuvlar bakımından, nefsin nefse, uzvun uzva eşdeğer olması demektir…” ayrıntılar hayaldefterim de…
Prof. Dr. Hüseyin Hatemi

Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (11’inci bölüm)

“Fesad” suçunun cezası olarak verilen, savaş suçlusunun ölüm cezası; “mağdurlar”ın afu’v yetkisi sorulmaksızın icra edilebilir. Buna karşılık; katil suçu “àdi” bir suç ise, kaatilin öldürülebilmesi için, maktûlün veresesinden hiçbirinin afu’v yetkisini kullanmamış olması gerekir. Varislerden birisi dahî afu’v yetkisini kullandığı takdirde, ölüm cezası verilmez, “diyet” ödenir. Ölüm cezası verildiği takdirde ise “diyet” ödenmez.

Kur’an-ı Kerim’de “Kisas’da sizin için hayat vardır” buyurulur. Gerçekten de ve elbette böyledir (Bakara, 2/179).

Ancak, “Kısas”, mutlaka “zarar” olan suç eylemine “mukabele biz-zarar”da bulunmak anlamına da gelmez. “Kısas”, gerek “nefs” bakımından, gerek uzuvlar bakımından, nefsin nefse, uzvun uzva eşdeğer olması demektir (bkz: Bakara, 2/194’deki Kısas terimi). Gerçekten de “insan haklarında eşitlik ilkesi”ne tam anlamı ile uyulmasında, zenginin gözü ile yoksulun gözü arasında fark gözetilmemesinde insanlık için mutlaka hayat vardır. Ancak; bu ilke, “göz çıkaranın gözü çıkarılır” tarzında aslâ uygulanamaz ve anlaşılamaz. Musa (A.S.); Şeriati’nde de “kısas”dan “eşdeğerlik ilkesi” anlaşılıyordu. Daha sonra, “recm”in yanlış yorumlanması gibi, “Klsas” da “göz çıkaranın gözü çıkarılır” anlayışına dönüştü. “Medinet-un-Nebî” örneğinden sonra karşıdevrim” gerçekleşince, bu kez de aynı yanlış anlayışlar, doğrusunun yerini yanlışı ve “örfi”si almış olan cezalar uygulamasının karşısında, sanki Şeriat’in ifadesi imiş gibi, “Israiliyyat” kanalından İslâm Fıkhına girdi.

İnsan hakları alanında İslâm son ve eşsiz sözü söylemiş, Resûl-i Ekrem (S.A.V.) de sâdık ve emîn bir Resul olarak en güzel şekilde tebliğ etmiştir. İşte bu kadardır ol hikâyet/Bâkisi dürûğ-i bî-nihâyet!

Resûl-i Ekrem (S.A.V.), yalnız erkekler âlemine, yalnız insanlar âlemine, yalnız ins ve cinn âlemine değil hayvanlar âlemine de mutlak rahmettir, Rahmetenlil-âlemîndir. Onun hayvan hakları tebliği, onun düşmanlarının insan hakları tebliğinden, tartışma kabul etmez derecede üstündür.

]]>
Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (10’uncu bölüm) https://kocaelikent.com/felsefi-temeli-islamda-insan-hakki-kavrami-10uncu-bolum/ Mon, 10 May 2021 22:25:51 +0000 https://kocaelikent.com/?p=58758

Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (10’uncu bölüm) … “Dayak cezasından maksat; suçluyu sakat bırakmak veya işkence etmek olmadığı gibi, el kesme cezasından maksat da elini kesip koparmak değildir…” ayrıntılar hayaldefterim de…
Prof. Dr. Hüseyin Hatemi

Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (10’uncu bölüm)

Başkalarına zarar verenlere, “suç” sayılan fiili işleyenlere verilen ceza da aslında teşhir, ibret, diğer insanları suçluluk eğilimi gösteren hem-cinslerine karşı uyarma ve işlediği suç dolayısı ile kamunun güvenini yitirmiş kimseyi kamu haklarından -islah olduğu kabul edilinceye kadar- yoksun kılmadır. Yoksa, dayak cezasından maksat; suçluyu sakat bırakmak veya işkence etmek olmadığı gibi, el kesme cezasından maksat da elini kesip koparmak değildir (Bu konuda bkz: H. Hatemi, İnsan Hakları Öğretisi, Hukuk Devleti Öğretisi, İslâm Hukuku Dersleri). “Kamu haklarından yoksun kılmak” da, önemli kamu görevlerinin verilmemesi, “âdil” tanık olarak kabul edilmemesi, cemaate imamet edememesi sonuçlarını doğurur, yoksa “kanı ve mah helal” olması demek değildir. Cezalandırmada da “istihkak adaleti” ne ve “insanlık haysiyeti” açısından da eşitlik adaletine mutlak olarak riayet etmek gerekir.

Ölüm cezası; dar anlamda, ancak “katil’e verilebilir. Bir de savaş ve silahlı ayaklanma sırasında, mücadelede ve çatışmada öldürme eyleminden “hukuka aykırılık” kalkar. Nitekim “defa” (meşru müdafaa) halinde de böyledir.

Bunun dışında bir insan öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir (Maide, 5/32). Şu halde, “ölüm cezası”, “nefs” karşılığında “kaatil”e verilebilir veya Islâm Devletine savaş ilân eden savaş suçlularına -oldukça ağır şartlar gerçekleşmiş, meselâ birden fazla insanın ölümüne sebep olmuş ise- verilebilir, “Siyaseten kati” diye birşey Şeriat’de yoktur. Veliyyulemr’in “ta’zir” yetkisine ölüm cezası girmez.

]]>
Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (9’uncu bölüm) https://kocaelikent.com/felsefi-temeli-islamda-insan-hakki-kavrami-9uncu-bolum/ Sun, 09 May 2021 22:23:16 +0000 https://kocaelikent.com/?p=58755

Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (9’uncu bölüm) … “’Sevgi dini’ olduğunu iddia eden Hıristiyanlık uygulamasının nüfuz dönemlerinde olduğu gibi “yakma cezası”, İslâm’da kesin olarak yasaktır…” ayrıntılar hayaldefterim de…
Prof. Dr. Hüseyin Hatemi

Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (9’uncu bölüm)

Ancak; eylem özgürlüğünün sınırını aşanlar için getirilen cezalar da Islâm’da yine insan hakkı temeline aykırı olamaz. “Medînet-un-Nebi”nin, Örnek Peygamber Devletinin kurulmasından bir süre sonra “Karşı-Devrim” başladığı ve güçlendiği için, en önemli sapmalardan birisi Ceza Hukuku alanında meydana gelmiştir.

Oysa bu alan bir yandan insan hakları alanındaki “eşitlik adaleti”ni ilgilendirirken, diğer yandan da “herkese istihkak ve liyakatine göre” ilkesini, “kıst”ı, “oran ve liyakat adaleti”ni ilgilendirir. “Eşitlik adaleti” açısından, kimseye insanlık haysiyetine aykırı ceza verilemeyecektir. “Sevgi dini” olduğunu iddia eden Hıristiyanlık uygulamasının nüfuz dönemlerinde olduğu gibi “yakma cezası”, İslâm’da kesin olarak yasaktır. İslâm Aleminde münferit bir-iki uygulama olmuş ise de bundan “ehl-i şer” değil “ehl-i örf” sorumludur.

Homoseksüelliğin cezasının “yakma” olduğuna ilişkin iddiaların mesnedi yoktur. Her halde bu gibi iddialar Imamiyye Mezhebine sonradan girmiştir. Abdullah Ibn Sebe de sonradan uyduulan, hiç yaşamamış bir “roman kahramanı” olduğu için, Sebe’iyye inancına mensup olanlar Hazret-i Ali’nin yaktırdığı gibi iddialar da ustalıklı bir tertip ile, Beni Kurayza uydurmasına benzer biçimde, Ali’yi de, Resül-i Ekrem (S.A.) gibi sevimsiz ve korkunç göstermek için uydurulmuş iddialardandır. İşkence de Islâm’da kesin olarak yasaktır. Hazret-i Ali, Resûl-i Ekrem’den (S.A.) naklen, “kuduz köpeğin ölüsüne dahi müsle yapmayın, bir uzvunu kesmeyin” hadisini beyan eder.

Yine Emir-ul-mü’minîn Ali; suç işlenmemiş ise, “teşebbüs dolayısı ile o suçun cezasının verilemeyeceğini”, ancak fesadı önleme tedbiri alınabileceğini müteaddid defalar tekrarlamıştır.

“Recm” cezası Kur’an-1 Kerim’de yer almaz. Esasen İslam’ın bütün ceza sisteminde aynı temel özellik görülür. Başkasına zarar verilmemiş ise, başka bir yere sürülerek orada islah edilir. Hürriyeti bağlayıcı ceza dahi hücre cezası şeklinde uygulanmaz. Ancak, gerçek anlamda bir “rehabilitasyon” ve “entegrasyon” merkezine gönderilerek, hürriyeti tamamen engellemeyerek, islah amaçlı bir sürgün cezası uygulanabilir (Maide, 5/38), Tövbe edenlere. faal nedamet gösterenlere, bu tedbirin (cezanın) uygulanmasına da gerek kalmaz (Maide, 5/ 34).

]]>
Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (8’inci bölüm) https://kocaelikent.com/felsefi-temeli-islamda-insan-hakki-kavrami-8inci-bolum/ Sat, 08 May 2021 22:17:26 +0000 https://kocaelikent.com/?p=58752

Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (8’inci bölüm) … “’düşünce’ kavramına girmeyen, öznel ve bir insan veya topluluğun insan haklarının yok sayılması anlanmında olan “suç” ve “suça kışkırtmalar”, düşünce özgürlüğü kalkanından yararlanamazlar…” ayrıntılar hayaldefterim de…
Prof. Dr. Hüseyin Hatemi

Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (8’inci bölüm)

Böyle bir Resule isnad ve iftiraları reva gören kimseler, aslında “biz islah edicileriz” diyen “fesatçılar”dır (Bakara, 2/11). Bu isnad ve iftiraları; insanlığı (Nâs), Sırat-ı Mustakıym’den saptırmak için asırlar boyunca İslâm düşmanları tarafından düzülüp koşulmuştur. Benî Kurayza “Katl-i âm”ı, Şeytan Ayetleri, daha bunun gibi nice iftiralar, bu insanlık düşmanlarının eseridir.

“İnsan hakkı”nın hukuki boyutu da yine aynı eşsiz değerler dizisinden kaynaklanır. Kişinin yaşama hakkı hukuki güvenceye kavuşturulduğu gibi, insana irade özgürlüğü verilmiş olduğu için, düşünce özgürlüğü de tanınır. Düşünce özgürlüğü sınırsızdır. Ancak; “düşünce” kavramına girmeyen, öznel ve bir insan veya topluluğun insan haklarının yok sayılması anlamında olan “suç” ve “suça kışkırtmalar”, düşünce özgürlüğü kalkanından yararlanamazlar.

Eylem özgürlüğü ise sınırsız değildir. “Felseff düşünce” ile başkasına zarar verilemez, oysa “eylem” ile başkasına ve çevreye zarar verilebilir. İslâm’da ise “lâ zarar.” ilkesi vardır. Mecelle’de bu ilke “zarar ve mukabele biz-zarar yoktur” tarzında ifade ediliyordu. “La zarar.” ilkesi Kur’an-ı Kerîm âyetlerine dayanan bir Resûl-i Ekrem (S.A.V.) buyruğudur. Eylem özgürlüğünün sınırını “lâ zarar…” ilkesi çizer. Örgütlenme özgürlüğü de bu ilke ile sınırlıdır. Örgütlerin amacı da “birr ve takva” olmalıdır, “isim ve unvan” değil! Aksi takdirde, “mescid-i zırar” türünden örgütlenmeleri dağıtmaya İslâm Devleti yetkilidir (Maide, 5/2).

]]>
Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (7’nci bölüm) https://kocaelikent.com/felsefi-temeli-islamda-insan-hakki-kavrami-7nci-bolum/ Fri, 07 May 2021 22:13:46 +0000 https://kocaelikent.com/?p=58749

Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (7’nci bölüm) … “İnsan hakkı anıtının en sağlam ve eşsiz dayanağı İslâm’da bulunur, örümcek evlerinde veya kum üzerinde kurulan yapılarda değil…” ayrıntılar hayaldefterim de…
Prof. Dr. Hüseyin Hatemi

Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (7’nci bölüm)

Gerçekten de merhamet ile sevgi (meveddet) aynı köktendir, aynı kaynaktandır, ancak, sevginin daha özel anlamı vardır. Allah “Rahîm’ ve “Vedûd”dur (Hûd, 11/90). Yine “gâfur” ve “vedud”dur (Burúc, 85/14) Allah’ın “halifesi” olma ülküsünü benimseyen müminler de merhamet ve meveddet sahibi olur, insanlara ve canlılara merhamet ve ihsân ile davranırlar. Ayrıca, müminler arasında da sadece “kendi gibi sevmek” değil, üstelik “kendisine tercih etmek” (isâr) hedefi gösterilir (Haşr Suresi, 59/9). Şu halde İslâm, “Altın kural”ı eksik bırakmış değil, tam aksine, “bugün size dininizi ikmal ettim” ve “Rabbinin kelimesi sidk ve adl ile tamamlandı” âyet-i kerîmelerine (Mâide 5/3; Enam, 6/115) uygun olarak, ayrıca “ben Ahlâk mekârîmini tamamlamak için görevlendirildim” buyuran Resûl-i Ekrem’in (S.A.V.) kutlu beyanına uygun olarak, altın kuralı tamamlamış, ikmâl etmiş, “isâr” ülküsünü getirmiştir. “isâr”, “Altın kural”ın da üzerindedir.

“Rahmet ve Merhamet emredilir”

“Benliğin bencilliğinden kurtulmak” (şuhh-i nefsi yenmek) Altın kural karşılığıdır. Altın kural; Matthâus İncilinde şu şekilde yer alır: Nâs’ın size nasıl davranmasını istiyorsanız, siz de onlara karşı öyle davranın! İşte budur Şeriat’in ve nebilerin tebliğinin özü! (7/12). Daha sonra da “rahmet” ve “merhamet” emredilir (Lukas, 6/31 ve 6/32-38; Matthâus 5/43-48). Islâm’ın, yukarıda zikrettiğimiz buyrukları ile, yine bir İslâm Peygamberi olan İsa’nın tebliği arasında bu noktada en küçük bir fark var mıdır? Üstelik İslam; adalet ve merhamet ölçüsünü bir de “isar” ülküsü ile tamamlamıştır. isâr; Merhum Dr. Ali

Şeriati’nin ve ondan önce bütün İslâmn årif ve hakîmlerinin, Hıristiyan rahiplerinden değil Resûl-i Ekrem (S.A.V.) ve İsa’dan Hazret-i Kur’an-ı (A.S.), Kerîm’den öğrendikleri bir ahlâk yücelişidir. İnsan hakkı anıtının en sağlam ve eşsiz dayanağı İslâm’da bulunur, örümcek evlerinde veya kum üzerinde kurulan yapılarda değil! Bu çürük yapıları kuranlar, üstelik yapı ustası olduklarını iddia etseler bile! Bu insanlarda akıl olsa, düşünürler ki; Âdem (A.S.) ilk insanlık mabedini, “in” olmaktan çıkan ilk “beyt”i, ilk “ev”i Mekke’de kurmuş (Al-i İmrân, 3/96), daha sonra da İbrahim ve İsmail (A.S.) aynı yerde bu yapıyı yenilemişlerdir (Bakara, 2/125-128).

İnsan haklarının tebliği, Adem (A.S.) ile bu kutlu “Ev”de başlamıştır (Âl-i Imran, 3/96). Daha sonra, İbrahim ve İsmail (A.S.), Kudüs’deki mabedi değil, Adem’in mabedini yenilemişler, Kudüs’deki mabed Musa’nın (A.S.) Mısır’dan çıkışından sonra yapılmıştır. İbrahim ve İsmail (A.S.); Resûl-i Ekrem (S.A.V.) için dua etmişler, Resûl-i Ekrem (S.A.V.) gelince de aynı notadan tebliğine başlamış, Veda’ Hutbesi gibi insan hakkı öğretisinin temel ve eşsiz metnini de Adem’in (S.A.V.) yeryüzüne indiği noktada, Arafat’da îrad buyurmuştur.

]]>
Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (5’inci bölüm) https://kocaelikent.com/felsefi-temeli-islamda-insan-hakki-kavrami-5inci-bolum/ Wed, 05 May 2021 22:06:33 +0000 https://kocaelikent.com/?p=58743

Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (5’inci bölüm) … “Kaldı ki bu buyruk; insanın meşru müdafaa hakkını Hıristiyanlık uygulamasında dahi engellememiştir…” ayrıntılar hayaldefterim de…
Prof. Dr. Hüseyin Hatemi

Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (5’inci bölüm)

Maûn düzeni; “adl”in “ihsan” ve “bir” ile tamamlandığı düzendir (Nahl, 16/90). Özellikle Hıristiyan misyonerlerinde ve din adamlarında kolayca gidermeleri mümkün olamayan bir saplantı vardır: Sadece Hıristiyanlığın “sevgi dini” olduğunu, Tanrı ile insana sevgi ilişkisi kurabildiğini, dua yolu ile Tanrıya ulaşabileceğini, oysa İslâm’ın sevgi dini değil korku dini olduğunu ileri sürerler.

“Sadece Hıristiyan dinine ait bir kuraldır”

Bunun ardından da yine İslâm’a üstünlük iddia ettikleri ikinci bir alan gelir: Hıristiyanlara göre; “Altın Kural”, başkalarına da kendisi için istediğini, arzuladığını arzulama; sadece Hıristiyan dinine ait bir kuraldır.

“İslam dininde bu ‘altın kural’a rastlanmaz”

Başka dinler ve özellikle İslam dininde bu “altın kural”a rastlanmaz! Oysa Yunus Emre “Kendine ne sanırsan ayruğa da onu san!/Dört Kitabın manası budur eğer var ise!” derken, “Altın Kural” denen bu ilkeyi tekrarlar. Bunu söylediğimizde de, Yunus Emre’nin ve diğer “mutasavviflar”ın bu ilkeyi Hıristiyanlıktan aldıkları ileri sürülecektir. Acaba böyle midir?

Herşeyden önce şunu belirtelim:
Hazret-i İsa da İslâm Peygamberidir. “Allah katında din İslâmdır” (Al-i İmrân, 3/19). Peygamberlerin tebliği arasında da fark ve çelişki yoktur (Bakara, 2/136). Şu halde Hazret-i İsa’nın gerçekten söylemiş olduğu sözler de, Resûl-i Ekrem’in (S.A.) gerçek (sahîh) hadîsleri gibidir. Hazret-i İsa’nın sözü de İslâm’ın sözüdür. Kaldı ki Hıristiyanların “altın kural” dedikleri bu kural; İslâm Aleminde sadece Yunus Emre veya başka mutasavvıfların söyledikleri bir söz olarak kalmamış, Resûl-i Ekrem’den (S.A.) de aynı beyan sâdır olmuştur:

İncil’deki; “başka insanları kendin gibi seveceksin” buyruğu; bir hadîs-i kudsî’de de aynen vardır. Kaldı ki bu buyruk; insanın meşru müdafaa hakkını Hıristiyanlık uygulamasında dahi engellememiştir. Şu halde “başkasını kendin gibi seveceksin!” diye ifade etsek dahi, bu ilke, zulmedeni kapsamaz. “Zulmedene karşı da adil olacaksın!” demede mantık vardır, ancak; “zulmedeni seveceksin!” şeklinde anlaşılabilen bir buyrukta mantık yok.

-Kaldı ki başkasını kendi nefsine tercih etme, hiç dilse adaleti gözetme, başkasına zulmetmeyip üstelik iyi davranma; Kur’an-ı Kerîm’de İncil’den çok daha fazla öğütlenmiş olan bir davranıştır. Kur’an-ı Kerim’de “birr” ve “ihsan” bunu ifade eder. Ayrıca, “Altın Kural”, doğru anlamı ile; Kur’an-1 Kerîm’de açıkça yer almaktadır. “Altın Kural”a uygun ahlâkî tutumun adı; Kur’an-ı Kerîm’de “îsar”dır (Haşr Suresi, 59/9).

]]>
Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (4’üncü bölüm) https://kocaelikent.com/felsefi-temeli-islamda-insan-hakki-kavrami-4uncu-bolum/ Tue, 04 May 2021 22:02:53 +0000 https://kocaelikent.com/?p=58740

Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (4’üncü bölüm) … “İnsan hakkının sağlanmadığı, “Maûn düzeni” niteliğinin görünmediği bir toplum düzeni de Hukuk (Adalet) Devleti olarak nitelenemez…” ayrıntılar hayaldefterim de…
Prof. Dr. Hüseyin Hatemi

Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (4’üncü bölüm)

Bir tebliğin uygulanmamasının vebâli, tebliğde bulunana değil uygulamayanlara yüklenir. İslâm tebliğinde “Mâûn düzeni” açısından da eşsiz bir ihtişam vardır. İnsanlık bunun bilincine varıp da hilâfet ödevini gerçekleştirecek yerde “mustaz’af” olarak kalıyorsa ve “müstekbir”ler de onların bu durumda kalması için çeşitli düzenler kuruyorsa, durum kendiliğinden düzelecek değildir.

“Maûn düzeni yoksa Hukuk Devleti olunmaz”

Yaşama hakkının İktisadî güvencelerini görmezlikten gelenler; bu güvenceleri ve dolayısı ile yoksulun ve muhtacin “hakk-t ma’lûm”unu “sosyal haklar” diye ayırır ve bunları “hakim baskı gruplarının keyfi isterse” anlamına gelen bir vaadeye bağlarlar. Böyle olduğu sürece de insan hakkı tam anlamı ile bireye sağlanmış olmaz. İnsan hakkının sağlanmadığı, “Maûn düzeni” niteliğinin görünmediği bir toplum düzeni de Hukuk (Adalet) Devleti olarak nitelenemez. “Klâsik insan hakları ve sosyal haklar” ayırımı bir “aldatmaca”dan ibarettir.

“insanın kölelikten kurtarılması”

Kur’an-1 Kerîme göre; insana “hilâfet” ödevi verilmesi demek; “iki sarp yokuş” gösterilmesi demektir. Bunlardan birisi klâsik anlamda insan haklarıdır; insanın kölelikten kurtarılması, hukukî esaret bağlarının çözülmesidir (Fekk-i rakabe). İkinci sarp yokuş ise, Maûn düzeninin gerçekleşmesi, insanlara -bugünkü terimle- meşru sosyal haklarının verilmesidir. Hilâfet ödevinin yerine getirilmesi; İslâm’ın Hukuk (Adalet) Devleti düzeninin kurabilmesi demektir.

Bunun için de bu iki önemli ve ağır görev arasında “mülazeme” ilişkisi vardır. İnsan haklarının sadece hukukî veya sadece İktisadî güvenceleri sağlanmakla Hukuk Devleti kurulmuş olamaz (Beled, 90/13’e bakınız).

]]>
Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (3’üncü bölüm) https://kocaelikent.com/felsefi-temeli-islamda-insan-hakki-kavrami-3uncu-bolum/ Mon, 03 May 2021 21:59:27 +0000 https://kocaelikent.com/?p=58737

Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (3’üncü bölüm) … “saçıp savurma, israf ve sefahati önlenebilse idi, İslâm’ın yoksulluğu toplumdan kaldırma ve “Maûn” düzenini kurma hedefine varılmış olurdu…” ayrıntılar hayaldefterim de…
Prof. Dr. Hüseyin Hatemi

Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (3’üncü bölüm)

“İnsan*hakkı”; sadece kapsamı belirsiz bir genel ilke olarak değil, maddî ve manevî boyutları ile tam olarak “birey”e tanınmıştır. “İnsan hakkı”nın tam olarak tanınmış sayılması için, herşeyden önce, yaşama hakkı tam bir güvenceye bağlanmalı, hukukî ve İktisadî bakımdan, birey “can derdine düşürülmemelidir. İslâm; bir yandan “Maûn” düzeni ile (Mâûn Suresi) İktisadî bakımdan toplumsal dayanışmayı sağlama hedefini tesbit etmiş, yine insanların geliri ve serveti üzerinde çalışıp kazanamayanlar için bir talep hakkı getirmiş, diğer yandan da yaşama hakkını hukuken de güvenceye bağlamıştır.

Servet sahibi; tıpkı bir aile içinde “nafaka” yükümü gibi, yoksul için, çalışıp kazanamayan için, ânî bir musibet dolayısı ile muztarr durumda kalan için, malvarlığı üzerinde “sail ve mahrumun belirli oranda hakkı” bulunduğunu bilmelidir (Zâriyat, 51/19; Meâric 70/25).

Kur’an-ı Kerîm; bunu “ihtiyarî ve cüz’î bir bağış” olarak değil bir “vergi” olarak belirlemiştir. İhtiyacından fazla kazanandan; %2,5 (Kırkta bir) oranında servet vergisi; beşte bir oranında (%20) da gelir vergisi alınır. Bu vergiler bütün servet sahiplerinden aynı oranda alınabilse ve yöneticilerin gayri-meşru sarfiyati; saçıp savurma, israf ve sefahati önlenebilse idi, İslâm’ın yoksulluğu toplumdan kaldırma ve “Maûn” düzenini kurma hedefine varılmış olurdu. Oysa böyle olamadı. Böyle olması için Ebu Zerr gibilerin çabası; imtihan âlemi olan Dünyada, böyle olmaması için düzen kuranlar karşısında mağlûp oldu. Şerî vergi (tekálîf) gerçek anlamını yitirdi ve bunun yerine yoksula yüklenen örfi vergiler aldı. Oysa vergi de insan hakkının güvencesi olmalı idi, yöneticilerin kendilerinden menkul “israf ve sefahat haklarının” değil!

]]>
Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (2’nci bölüm) https://kocaelikent.com/felsefi-temeli-islamda-insan-hakki-kavrami-2nci-bolum/ Sun, 02 May 2021 21:56:33 +0000 https://kocaelikent.com/?p=58734

Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (2’nci bölüm) … “Bu da insanların önyargılar elinde zebun olduklarında, aklî düşünceden ne ölçüde yoksun kalabildiklerini gösterir…” ayrıntılar hayaldefterim de…
Prof. Dr. Hüseyin Hatemi

Felsefî Temeli İslâm’da “insan hakkı” kavramı (2’nci bölüm)

Rabb; değerler dizisini tebliğ eden, “norm”ları insana öğretendir. Buyruk ve yasakları koyandır. İnsan; Allah’dan başka Yaratıcı edinemez, ne var ki Allah’tan başka Rabb edinebilir. Allah’dan başka Rabb edinmiş ise, “hilâfet” ödevinden yüz çevirmiş demektir.

Allah; Rabb oluşunun tasdiykini, her bir nefs monade’ından almıştır (A’râf Suresi, 172-173), Hilâfet ödevi ile yeryüzüne gelen her insan; herşeyden önce bu ödevi yerine getirebilmek için “insan hakkı”na muhtaçtır.

“Yaratıcının iradesinin doğması”

“Hak nedir? Hak; Hukukun koruduğu “menfaat”tir. İnsan hakkını, Allah’ın bağışladığı gibi koruyabilecek olan Hukuk hangi Hukuk’tur? Elbette İlâhî-Tabiî Hukuk! Yoksa yeryüzünde “toplumsal sözleşme”nin pragmatist ifadesi olan “uzlaşımlar”, insan hakkına sağlam bir temel oluşturmazlar. İnsan hakkının, Yaratıcının iradesinin doğması ve insanların, güçlülerin keyfi buyrukları ile sınırlanmaması gerekir.

“Aklî düşünceden ne ölçüde yoksun…”

İnsan hakkı; Uzlaşma Hukukundan değil, İlâhî-Tabiî Hukukun değişmez düzenlemesinden, insana hilâfet ödevi verilmesinden ve insanın (birey) nefs monade’ı ilerlerken, İngiliz Anayasa Hukukunda veya Alman Anayasasında değişmez, katı anayasal ilkeler ile karşılaştıklarında bunları överler. Bu da insanların önyargılar elinde zebun olduklarında, aklî düşünceden ne ölçüde yoksun kalabildiklerini gösterir. Kur’an-ı Kerîm “Şerîat” terimini Ílâhî-Tabiî Hukukun temel ilkeleri anlamında kullanmış ve “velâyet-i emr’de, Devlet yönetiminde, bu ilkelere uyulmasını buyurmuştur.

“Şeriat terimine kötü çağrışımlar bağlamışlar…”

Batının yüzyıllar sonra yeniden keşfettiği, Hukuk Devletinin temel güvencelerinden olan “hukukun üstünlüğü ilkesi”ni, Kur’an-ı Kerîm yedinci yüzyılda “Şeriat”e velâyet-i emrin bağımlılığı” tarzında ifade eder (Câsiye 45/48). Bu sebeple de “Hukuka bağlılık” ilkesine uyulmasını isteyenler; bu dileklerini “Şeriat isteriz!” diye ifade ederlerdi. Hukuk Devletinin bu özelliği yerine keyfilik ve oportünizmin geçirilmesini isteyenler; bu sebeple, “Şeriat” terimine kötü çağrışımlar bağlamışlar ve insanlığı bu yönde şartlandırmışlardır.

]]>