Ermeni Raporu

Ermeni Raporu-10-İlk Başbakan Ovanes Kaçaznuni’nin Sunumu-7

Sana soruyorum: “Siyasal bir parti, bugün yapacağı bir şey yoksa, kendi varlığını belirsiz bir gelecek için muhafaza edebilir mi… zira bugünkü faaliyetsizlik onu öldürür; iş yapmadan hangi varlıktan söz edilebilir?”- kocaelikent

Daha sonra, senin öngördüğün durumda Ermenistan’ı, EDP Taşnaksutyun’un kurtaracağını sana kim söyledi?
O günün şimdi gelmiş olduğunu düşün: Ruslar yok ve Türkler duruma hakimdir; onlarla anlaşmak, barış yapmak gerekir. Parti olarak bizim, böyle bir rol için ehliyetli aktörler olduğumuzdan emin misin?

Hangi nedenlerden dolayı Türklerin gözünde arzu edilen ve makbul aracılar olmalıyız?

Bolşeviklere karşı olduğumuz için mi? Ama biz karşı olduğumuz dönemde Türkler kendileri onlarla dosttu ve ortak politikalar izliyorlardı.

Brest-Litovsk’ta Bolşeviklerle anlaşma yaptıklarında biz, Türklere karşı ayaklandık ve hatta bu anlaşmayı sabote etmek için savaştık bile. Bolşeviklere ise, Türkleri sevdiğimiz için düşman olmadık; biz hem Bolşeviklerin hem de Türklerin düşmanı olan İtilaf devletlerinin kampındaydık. Türkiye’den “denizden denize” Ermenistan talep etmekteydik … Hem Kilikya’yı, hem Harbert’i, hem Sivas’ı, hem de Trabzon’u. Biz Sevr Antlaşması’nı imzaladık; bu antlaşma Türkiye’yi mahvedecekti. Ordularını Türkiye’ye göndermeleri ve Türklerin tartışmasız olarak bize ait olduğunu söyledikleri vilayetlerde hakimiyetimizi tesis etmeleri için Avrupa ve Amerika’ya resmi çağrılar yaptık.

Nihayet şu da var ki, var olduğumuz sürece aralıksız olarak Türklerle savaştık.

Türklere ne gibi bir güven telkin edebiliriz? Neden onlar bizi aracı olarak diğerlerine tercih etmelidirler?
Yoksa bizim gücümüzü mü dikkate alacaklar?

Ama biz ülkemizde iktidarken Türkler bizim gücümüzü gördüler ve sanıyorum bu güce saygı göstermek ya da ondan korkmak için özel bir nedenleri yok.

Eğer Türklerle anlaşmak dışında başka hiçbir kaygımız olmasaydı, Taşnaksutyun’un sahneden çekilmesi için bir tek bu yeterliydi.

Türkiye, Almanya ile ilişkilerini koparma ve İtilaf devletleriyle anlaşma ihtiyacı hissettiğinde, İttihat’ı bizzat kendisi feshetti.

Doğal olarak bir soru soruyorsun: Bolşevikler yok, Taşnaksutyun yok, peki Türklerle kim anlaşacak?

Bu ayrı bir konudur ve ben bu konuya döneceğim. Şimdilik Türklerle konuşacak tarafın her halükarda Taşnaksutyun olmayacağını tespit edelim.

DİĞER KOMŞULARLADA -GÜRCÜLER VE AZERBAYCANLILARLA- BERABER YAŞAM…

Diyorsun ki, beraber yaşama konusu bağlamında Taşnaksutyun’un yaşaması gereklidir. Fakat, azizim, sen unutuyorsun ki, Güney Kafkasya devletleri arasında böyle bir birlikte yaşam, sadece dostça yaşamak anlamında değil, çok sıkı bir ittifak biçiminde gerçekleşmiştir.

Sen bunun, Moskova karşısında duyulan korkunun eser olduğunu söylersin.

Öyle olsun. Gerçek şu ki, Ermeni, Tatar ve Gürcü Bolşevikler, bizim; yani Taşnakların, Musavatçıların ve Menşeviklerin gerçekleştiremediği bir şeyi gerçekleştirebildiler.

Komşuların bir arada yaşayabilmesi bakımından Güney Kafkasya’daki durumun; bizim dönemimize kıyasla bugün daha iyi olduğunu kabul etmen gerekir. İnsanlar artık birbirlerini öldürmüyor, şehirleri ve köyleri yok etmiyor, gece gündüz ellerinde silah nöbet tutmuyorlar. Serbestçe dolaşıyor, sınırları geçebiliyor, ticaret yapıyor ve belki de “keyif” için bir araya gelebiliyorlar.

Neden biz böyle bir durumu oluşturamadık? Yoksa istemiyor muyduk? Gerekliliğini anlamıyor muyduk? Hem anlıyor hem istiyor hem de çok çalışıyorduk. Samimi olarak çalıştık ama başarılı olamadık.

NEDEN BAŞARILI OLAMADIK? VE İLERİDE GEÇMİŞE GÖRE DAHA ŞANSLI OLABİLECEĞİMİZİN GARANTİSİ NEDİR?

Öyle anlaşmazlıklar var ki, biz Güney Kafkasyalılar dış müdahale olmadan onları çözemedik ve bugün de çözemeyiz (bizim yurtdışındaki görüşmeleri hatırla).

Gürcistan Güney Kafkasya’da kendisine imtiyazlı bir durum sağlayabilmek istiyor, “tarihsel” sınırlarına yeniden sahip olmak istiyor, sadece Ahılkelek ve Ardahan’dan değil, hatta Lori ile Pembek’ten de vazgeçmek istemiyor. Doğal olarak Türkiye’ye yakınlaşmak ve ilişkiler kurmak isteyen Azerbaycan, ekonomik ve stratejik nedenler yüzünden Ermeni Karabağı’ndan ve etnik nedenler yüzünden de Şerur Nahçıvan’dan vazgeçmek istemiyor. Bunların arasında en mütevazı (çünkü en zayıf) olan Ermenistan; bir şeyi; kendi devlet varlığını sağlamak zorundadır. Üç buçuk eyaletin (Erivan, N or-Beyazıt, Eçmiadzin ve Şirak’ın yarısı) sınırlarına sıkışıp kalamaz. Gürcistan lehine Ahılkelek’ten ve Azerbaycan lehine de Dağlık Karabağ’dan vazgeçmesi durumunda, en azından Şerur ile Nahçıvan’ı elinde tutmalıdır; galip Türkiye lehine Kars’tan vazgeçmesi durumunda, Sürmeli ve Kağızman’dan vazgeçemez.

Çünkü, Ermenistan’ın dış dünyaya çıkışı yoktur. Avrupa ile ancak Gürcistan üzerinden bağlantı kurabilir.

Dolayısıyla, Gürcistan ona bir toprak parçası vermese de hiç olmazsa ciddi biçimde garanti edilen bir transit imkanı sağlamalıdır.

Ama ne Türkiye ne Gürcistan ne de Azerbaycan bu konuda Ermenileri (hatta bu asgari talepler çerçevesinde bile) tatmin etmeye yanaşıyor.

Yarın biz Taşnaklar, Ankaralı diplomatlarla, Gürcü Menşeviklerle ve Azerbaycanlı Musavatçılarla çuha masa etrafına oturduğumuzda, 1918, 1919, 1920 yıllarına ya da şimdi sadece içi boş teorik konuşmaların yapılabildiği yurtdışında olduğumuzdan daha akıllı olacağımızın garantisi nerededir?

Biz kendi aramızdaki ihtilallerin çözümü konusunda henüz olgunlaşmamışız;

Güney Kafkasya’da uluslar arasındaki barışı temin edebilmek için hala dış bir güce, yabancı bir otoriteye ihtiyaç duyulmaktadır… Acıklı ve utanç verici de olsa, gerçek budur.

BUGÜN SÖZ KONUSU DIŞ GÜÇ MOSKOVA’DIR. MOSKOVA’NIN YERİNE ANKARA’NIN GEÇMESİ DURUMUNDA BİZ ERMENİLER KAZANÇLI MI ÇIKACAĞIZ?

Kızılordu’nun Güney Kafkasya’dan çıkmasını talep ettiklerinde, Gürcü Menşeviklerini ve onlardan da daha iyi Azerbaycanlı Musavatçıları anlayabiliyorum. Onlar bu durumda söz hakkının Türkiye’de olacağını biliyorlar. Biliyorlar ve korkmuyorlar, korkmalarına bir sebep de yok.

Milliyetçi Azerbaycan açısından Türk hegemonyası istenen ve en cazip sonuçtur. Gürcistan, Azerbaycan lehine Zakatala’dan ve Türkiye lehine Acaristan’dan vazgeçer ve aynı zamanda sınırlarını Ermenistan hesabına yuvarlaklaştırırsa, makul bir devlet kurabilir; sınırlarının bir ucu dağlara diğer ucu denize dayanan ve böylece ulusal bir bütünlük arz eden Gürcistan yaşayabilir ve gelişebilir; ne Türkiye’yi tehdit eder, ne de kendisi ciddi bir tehditle karşılaşır.

Ya Ermenistan? Yani Türkiye ile Azerbaycan arasında kalan ve her ikisini tehdit eden, keza yer yüzünden silinebilmesi de gayet kolay olan Ermenistan hakkında da aynı şeyi söyleyebilir miyiz?

Kızılordu’nun Güney Kafkasya’dan ayrılması durumunda bizim Türkiye-Azerbaycan-Gürcistan bloğu karşısında yalnız kalacağımızı (zira Rusya’nın yerine geçebilecek olan bir gücü ben ufukta göremiyorum), Ermenistan’ın varlığının bir soru işareti altında olacağını bilmiyor musun?

İşte bu yüzden Ermenistan’ın Bolşeviklere (elbette ki Bolşevikler Rusya’da egemen olduğu sürece) sıkı sıkı sarılması gerekir.

Ama sen, günümüzdeki durumun bizim İsteğimize rağmen değişebileceğini söylüyorsun; Rusya’da Bolşevik iktidarı çökebilir ya da Bolşevikler şu veya bu nedenle Güney Kafkasya’yı terk edebilir.

Bu da olabilir. Ve her ne kadar istesek de Bolşeviklerin ömrünü uzatacak olanlar bizler değiliz.

Ama tekrar ediyorum, Taşnaksutyun bu durumda da Ermenistan’ı temsil edemez ve durumu kurtaramaz. Başka bir ad taşıyan, farklı psikolojiye ve farklı bir geçmişe sahip (veya geçmişi olmayan) yeni insanlar gerekecektir.

Mektup uzuyor, ama ben o kadar çok şey söylemek istiyorum ki … Tiflis’te, Erivan’ da, Zengezur’da ve hatta Tebriz’de böyle düşünmediğimizi yazıyorsun.

Evet böyle düşünmüyorduk. Ama bu, bizim bugün Paris’te ve Bükreş’te farklı düşünmemizi gerektiren bir neden mi?

Geriye dön ve bak … Ne kadar uzun bir yol katetmişiz. Tiflis’ten Erivan’a geldik.

Erivan’dan Zengezur’a, Zengezur’dan Tebriz’e, Tebriz’den de bilemiyorum nerelere geldik.

BU UZUN YOLUN BİZE BİR ŞEYLER ÖĞRETMESİ GEREKMİYOR MUYDU?

Yani geçmişten ders almak, gerçekleri öğrenmek ve artık bilinçli davranmak, ciddiyetsizlik ve fikir şaşkınlığı mıdır?

Ve de ‘Erivan ve Zengezur’da böyle düşünmedikse, bugün de farklı bir şey düşünmeye hakkımız yok’ diye tekrarlamak bir erdem midir?

Bizim “düşüncelerimiz” ne biçim dokunulmaz ve kutsal bir şey ki, onları gözden geçirmek ya da onların yerine başka bir şey koymak imkansızdır.

Ama benim görüşlerimde sizi bu kadar üzen ve “yeni” olan nedir; bu gerçekten de “yeni” midir ve “eski”ye karşı mıdır?

Belki de bu bir kendini kandırmadır, akli bir zaaftır ya da bilinçsiz bir ikiyüzlülüktür; ama gerçekten de ben kendi adıma, bu “yeni” olanı, bu “başka” olanı göremiyorum. Ben bugün ne düşünüyorsam (temel görüşler kastedilmektedir) 1920, 1918, 1914 yıllarında ve bütün hayatım boyunca da aynı şeyi düşünmüş olduğumdan kesinlikle eminim. Aynı düşünceler uzun yıllar boyunca beni yönlendirmiştir ve halen yönlendirmektedir. Bizim yeni inançlarımız yok, ben yeni putlar yaratmadım, eski tanrılarıma sadık kalmaktayım. Sana “yeni” görünen şey bana göre “eski”dir; eskinin devamı ve gelişmişidir.

Bunları kendimi aklamak için yazmıyorum. Biri kendi inancını dürüstçe ve içtenlikle yeniden değerlendiriyor, onun aslında bir inançsızlık olduğunu, tanrılarının yaşam emaresinden yoksun birer put olduğunu fark ediyor ise, bu günah ya da utanılacak bir şey değildir.

Benzeri bir macerayı ben yaşasaydım, “din değiştiren kişi” yakıştırmasından kesinlikle korkmaz ve yeni mabedime açıkça girerdim.

Fakat ben bugün mabedimi değil, rahip ile kutsal eşya muhafızını, yani fazla bir şeyi değil, sadece mabedin sıradan hizmetkarlarını değiştirmekteyim.

BEN NE DİYORUM?

Diyorum ki: EDP Taşnaksutyun hayatının mücadelesi –Ermenilerin siyasal kurtuluşu- için artık güçsüzdür; sahneden ayrılması ve yerini Ermeni Bolşeviklere bırakması gerekir, zira mevcut koşullarda bu mücadeleyi sadece onlar sürdürebilirler ve artık bunu yapmaktadırlar.

Böyle düşünerek ve bu öneriyi tartışmaya açarak, kendime ve kendi geçmişime ihanet mi ediyorum?

Hayır, ihanet etmiyorum. ihanet eden sizsiniz, zira aracı, işin kendisinden daha fazla sevmektesiniz.

Tanrı beni, bunu bilinçli olarak yaptığınızı düşünmekten korusun.

Sizin iyi niyetiniz konusunda ufak bir kuşkuya kapılmak için ne hakkım ne de bir nedenim var. Ama gerçek, gerçek olarak kalmaktadır.

Bu sözlerin akli dengesini kaybetmiş bir ihtiyara ait olduğunu bir an için unutmaya çalış (zira bu tür ihtimaller meseleleri halletmiyor, tersine karmaşık hale getiriyor) ve bir daha düşün … Belki de sözlerimin gerçeğin çok da uzağında olmadığını görebilirsin.

Genç yoldaşlar, biliyor musunuz, sık sık bana öyle geliyor ki, aranızda sadece ben genç olarak kalmışım. Siz hepiniz zamanından önce solmuşsunuz, yaşlılık sklerozu sizin düşüncenizi taşlaştırmış.

“Bağımsız Ermenistan bir aldanış ve delilik mi?” diye soruyorsun. Hayır bir aldanış, bir delilik değil; gayet sağlıklı, canlı ve canlandırıcı bir fikir, olgunlaşmış bir taleptir; gerçekleştirilebilir ve artık önemli ölçüde gerçekleştirilmiştir.

SÖZLERLE OYNAMAYALIM

“Bağımsızlık” sadece belli biçim ve geniş boyutlarda değerli olan, bunların dışında kesinlikle sıfırlanan mutlak bir gösterge değildir.

Mutlak olan bir şeyi talep etmek gerçekten de deliliktir. Ermenistan bir İngiltere, hatta bir İsviçre değildir ve (bizim görebildiğimiz gelecekte) olamaz da. Onun bağımsızlığı kaçınılmaz olarak belli sınırlar içindedir. Bizim işimiz, bu yolu, dış koşulların ve kendi gücümüzün izin verdiği kadar gidebilmektir. Bütün imkanları kullanmalıyız, bütün güçleri meydana çıkarmalıyız, en azından birisi bizim başaramadığımızı başardığında onu engellememeliyiz.

BOLŞEVİKLER, VATANIMIZIN BAĞIMSIZLIĞINA KASTETTİLER VE BİZİ TEKRAR RUSYA’YA MI BAĞLADILAR?

Bu böyle mi? Bolşevikler, bizi Rusya’ya bağlayarak bizim için bugünkü koşullarda mümkün olabilen tek bağımsızlık biçimini sağladılar ve bununla da geleceğimizi kurtardılar.

Şöyle yazıyorsun: “Bolşevikler halkı toparlamak için değil, onu dağıtmak için çalışıyorlar.”

Bizleri, yani birkaç yüz Taşnağı vatandan yurtdışına kovmak dışında halkı dağıtmak için ne biçim çalışmalar yaptıklarını ben gerçekten de bilmiyorum; ama bunun halkı dağıtma olmadığını da kabul et. Evet Bolşevikler halkı toparlamıyorlar. Fakat onların yerinde bizler kalmış olsaydık, toparlayacak mıydık sanki?

Ermeni topraklarının darlığı ve ekonomik durumu geriye yönelik bir göçe imkan sağlamamaktadır; halkı toplamak konusunda temel engel işte budur.

Bolşevikler sınırları genişletmek ve ülkenin ekonomik durumunu hissedilir boyutlarda iyileştirmek istemediler (istemediler diyelim), bu doğrudur.

Fakat biz, bütün iyi niyetimize rağmen, bunu başarabilir miydik?

Bolşevikler sınırları genişletmediler, ama en azından elde olanı koruyabildiler. Ekonomik duruma gelince, elimde olan ve gerçekten kısıtlı bilgilere göre, bugünkü durum bizim dönemimize kıyasla daha iyidir.

Bolşeviklerin ekonomi düzeni -özel mülkiyetin olmayışı- günümüz Ermenistan’ı açısından gerçekten yıkıcıdır ve bu husus, parti diktatörlüğü ile bir arada ele alındığında, madalyonun diğer yüzüdür.

Bununla beraber, Bolşevikler ülkeye barış getirdiler, çalışan elleri yaratıcı emeğe yönelttiler.

Bolşevik sistemi bizim talan edilmiş ülkemizi kalkındıramaz, onun ekonomik gelişimini temin edemez.

Ama bu, Sovyet hakimiyetinin gerekliliğinin ve yararlılığının itiraf edilmesi yolunda bir engel değildir; zira başka tehlikeler, başka tehditler söz konusudur ve bunlar sosyalist düzenin oturtulması çerçevesinde yapılan zamansız ve sonuçsuz denemelerden daha az önemli değiller.

Artık ikinci defadır mektubu bitiriyorum ve yeniden başlıyorum.

Tekrarlar yaptığımın farkındayım, ama ne yapabilirim, sen kendin de unutuyorsun ve incelenmiş bir konuya tekrar dönüyorsun.

DEVAM EDİYORUM…

“Sonunda hayatımızda ciddi siyasal gruplar ortaya -çıkmasını, farklı akımların oluşmasını alkışlamamız gerek”, diye yazıyorsun.

Eğer hatırlıyorsan, EDP Taşnaksutyun tek başına hakim konumda olduğunda bu konuyu ben gündeme getirmiştim; bunun hem ülke hem de bizzat partinin kendisi için ne denli tehlikeli bir durum olduğunu, zafer sarhoşu partililere anlatmaya çalışıyordum.

EVET GRUPLAR LAZIM. AMA İKİ KOŞULLA:

Birincisi, gruplar hayatın gerekleri sonucu ortaya çıkmalı, gerçek durumu yansıtmalı, artık olgunlaşmış olan şu ya da bu ciddi ihtiyaçları karşılamalıdır. Bolşevik grubu, ya da en doğrusu cephenin Bolşevizme göre düzenlenmesi, hayati bir gerekliliktir. Aynı şeyi bizim hakkımızda söyleyemeyiz. Taşnaksutyun (bir parti olarak, beni iyi anla) geçmişin bir kalıntısıdır, gereksiz bir organdır ve vücudun bu organa artık ihtiyacı kalmamıştır. Senin işaret ettiğin ihtiyaç, gerçek bir ihtiyaç olmayıp temelsiz bir öngörüdür. Siyasal bir parti günümüzdeki varlığını, ileride yapılması muhtemel işlerle haklı kılamaz; zira bir iş yapılacak olursa, yapan da bulunur.

İkincisi, grup ülke dışında değil, ülke içinde bulunmalıdır. Dış güçler en iyi durumda sadece yardım edebilir, fakat Burada karşıma ciddi bir engel çıkmaktadır.

Sen haklı olarak, ülke içinde Taşnaksutyun’un ölmüş olduğunda ısrar edebilmek için elimde hangi “nesnel verilerin” olduğunu soruyorsun.

Ben ülkeden kopmuşum, orada neler olup bittiğinden haberim yok. Sen ise elinde veriler olduğunu, keza Amerikalı M’nin ilettiği bilgilerin de sende olduğunu söylüyorsun.

Senin konumun benimkine göre çok daha sağlamdır ve bu durum “göçmenlerin hastalıklı duygularını halka mal etmek istediğimi” söyleme hakkını sana vermektedir.

Benim fikirlerim belki gerçekten de “soyut mantıksal formüllerdir”, hayat ise tamamen başka şeyler sunmaktadır.

YANLIŞLARIMI ARIYOR VE BULMAK İSTİYORUM, FAKAT BULAMIYORUM

Benim o bilgilere, onların ciddiyetine ve nesnelliğine güvenmediğimi biliyorsun. M’nin bilgilerini ise, ünlü yabancıların bütün diğer sorumsuz sözleri ve başka tesadüfi izlenimleri gibi, hiç dikkate almak istemiyorum.

NEDEN GÜVENMİYORUM?

Çünkü bu bilgiler, benim bildiklerim ve gördüklerimle, keza eşyanın doğasıyla ve mantıkla çelişmektedir. Ben, henüz bizim oralardayken, Partimizi Ermenistan’da gördüm; uzun yolumuz boyunca, İran’da, Mısır’da, Konstantinopol’de gördüm; burada, Balkanlar’da da görüyorum. Değişik toplantılara katıldım, yoldaşlarla da ayrı ayrı konuştum, basını izliyorum ve hep aynı sonuca varıyorum: Parti artık yok. Sadece eski partinin kalıntıları var, bunlar farklı adlar taşımakta, kendi aralarında yazışmaktadırlar; fakat hayat yok, zira iş yok, inanç ve coşku yok.

Ve ben buna şaşırmıyorum, zira nedenleri görüyor, anlıyorum.

Bunun tersi bir şeye inanabilmek için olumlu ve etkili veriler lazım; sendeki bilgiler bana göre ikna edici değiller, çünkü ben bu kaynakların ne kadar güvenilir olduklarını biliyorum.

Veriler, gerçekten de inkar edilemez veriler, tamamen başka şeyler anlatıyor.

Yetkili Taşnak yoldaşlar, organlar, gruplar arasında nasıl bir karşılıklı ilişki biçimi oluştuğunu gözle, incele ve bana söyle: Böyle bir güvensizlik, tartışma, anlaşmazlık ve suçlama ortamında parti yaşayabilir mi? Bana bunun sadece kolonilere özgü bir durum olduğunu anlatma! Hayır, memlekette de aynı durum söz konusuydu, iktidara gelişimizin ta ilk gününde parti atmosferi zehirlenmişti.

Hatırlarsın, biz tam iki sene uğraştık, ama (senin de bildiğin nedenlerden dolayı) partinin çok ihtiyaç duyduğu kongreyi toplayamadık

BU ZAAFİYET VE ONUN NEDENLERİ, PARTİNİN ARTIK VAR OLMADIĞINI KANITLAMIYOR MU?

Ama biliyor musun, en çarpıcı kanıt, Parti Konferansı’nda kabul edilen sonuç bildirgesidir. Sadece ayakları altındaki zemini kaybetmiş olan bir parti böylesine içerikten yoksun, çelişkili, hiçbir şey ifade etmeyen, hiçbir bağlayıcılığı olmayan ve buna rağmen her şeyi kapsayan bir sonuç bildirgesi yayınlayabilirdi. Faaliyet yeteneği olan ve projeler üreten bir parti böyle bir sonuç bildirgesini kabul etmezdi. Bu sonuç bildirgesi, partinin ne yapacağını bilmediğini, artık yapacak bir işi olmadığını ve kendi ölümünü söz oyunları arkasına saklamak istediğini ortaya koymaktadır.

Günümüz koşullarında Taşnaksutyun’u yalnız bir şey kurtarabilirdi:

Bolşevizme karşı durdurulamayan, yaygın, her türlü araç ve her türlü silah kullanılarak yapılan bir mücadele… Ama Taşnaksutyun bunu yapamaz, ayrıca yapmamalıdır da; onun yapabileceği bir tek şey var; ölmek.

Ve “… dikkate alarak… ve devamla göz önünde tutarak… ama, zira … ve çünkü… bu yüzden… buna göre… veya hem bu hem de diğer… “; bu tarz bir sonuç bildirgesiyle partiler yaşayamaz.

Bu da bir tür “nekrolog”dur, fakat dürüstlükten ve cesaretten yoksundur.

Konferans’ın partiyi feshetme yetkisinin olmadığını yazıyorsun… elbette yetkili değildir. Ama ben bu önemli hususu tebliğimde dikkat aldım ve sadece Konferans’ın yetkileri dışına taşmayan hususları önerdim.

Şunu yazıyorsun: İtiraz etmiyorum, öyle bir zaman gelebilir ki, bütün dünya barış ortamında bulunur ve bizim mesele de bir süreliğine gündemden düşer. Bu durumda belki de seni izlemek gerekecek, ama bugün henüz erkendir.”

Biliyor musun, bu birkaç satırla aı1ık silahını indirmiş ve teslim olmuş durumdasın.

Bütün dünya henüz barış içinde değil (hiçbir zaman da olmayacak) ama bizim mesel e (bir süreliğine) artık gündemden düşmüş ve sayılı günlerimiz kalmıştır… işte acı gerçek bu.

Şunu yazıyorsun: “Senin verdiğin tebliğin, eğer açıklanmadan önce mahvedilmesi mümkün olmadıysa bile, çabucak unutulmasını isterdim. Ve bu konunun tartışmaya açılmasını gereksiz ve zararlı buluyorum.”

NEDEN? BU ÖNLEMLER KİME LAZIM, BU PERHİZ KİMİN İÇİNDİR?

Taşnaksutyun ne zamandan beri görüşlerden korkar olmuş? Neden bir yoldaşın ağzı, diğerlerinin de kulakları kapatılacakmış?

Eğer benim söylediklerim kişisel dürtülerin (ad hominem) bir ürünü ya da bir hastanın sayıklamaları ya da hiçbir temeli olmayan soyut formüllerse, bunu çözün, ki yoldaşlar da bilsin. Ama yoldaşlar benim yanlışımı fark edemeyecek kadar saf ve dar görüşlüyse, işte sen oradasın, onların gözlerini açabilir, gerçeği gösterebilirsin.
Bu, değil “gereksiz ve zararlı” olmak, tam tersine gayet gerekli ve yararlı bir iş olurdu.

Sen benim “göçün hastalıklı duygularına” kapılmış olduğumu ve partide benden başka hasta olmadığını söyleyebilir misin? Eğer benim iflah olmam imkansızsa, diğer hastaların ve yarı yarıya hastaların da iflah edilemez olduklarını söyleyebilir misin, söylemeye hakkın var mı? Bulaşıcı hastalığa yakalananların tedavisi için hangi araçlar ve salgını engellemek için hangi önleyici aşılar vardır?

Sen ve senin fikir ortakların, değil benim tebliğine yasak koymak, bizzat kendiniz her bir Taşnağı tebliği okumaya teşvik ederek, zorlayarak, “bakın sizin eski yoldaşlarınızdan birisi ne kadar düşmüştür” demeliydiniz.
Bu, partiyi sarsabilir, uyuyanları uyandırabilir, tembelleri faaliyete çağırabilir, aktiflik telkin edebilir, safları sıkılaştırıp sağlamlaştırabilirdi.

Tek kelimeyle onların yozlaşmasına karşı tam bir panzehir olur, yaşamsal güçleri (eğer partide hala böyle bir şey varsa) harekete geçirebilirdi.

Siz bunu yapmadınız.

Neden?

Çünkü siz korkaksınız, azizim, korkak.

Siz fikri arayışları sıkı bir sansüre tabi tutmak, ağızları kapatmak, söylenen sözleri gizlemek istiyorsunuz, zira kendi gücünüze güvenmiyorsunuz.

Sizin kalpleriniz korku ve kuşku dolu.

Sen partinin hala yaşamakta olduğuna inansaydın, benim tebliğimi kesinlikle zararlı bulmaz, Konferans’ta sunulmuş olduğu için memnuniyetsizlik ifade etmez ve unutulmasını dilemezdin.

Şimdi dinle, bak ne diyorum.

Ben bu tebliği yazmayı kendi açımdan bir borç; Ermeni halkı ve kendi partim karşında manevi bir borç olarak gördüm. Onu yazmasaydım büyük bir günah işlemiş olurdum. Kendi tebliğimi partinin bir üst organına (zira kongreyi toplamak mümkün olmadı) sunmayı ve onun kararını beklemeyi de borç bildim. Karar çıktı: Ağzını kapat, sus.

Bununla konu kapandı mı?

Benim açımdan değil.

Şimdi ben başka bir borcumu yerine getireceğim; parti kararına rağmen sesimi çıkaracağım. Bu borcu, başarabildiğim biçim ve boyutlarda yerine getirmeliyim.

Bugün size isyan ediyorsam, bunu bir dik başlılık olarak değerlendirmeyin.

Benim bu eğilimime sizlerin farklı yorumlar getirmiş olmanız benim için ağır bir yüktür. Utanmayın.

Ben her tarafta, “neden sadece o böyle bir şey yaptı, neden sadece o böyle davrandı, başkaları ise böyle davranmadı” türünden muhtelif ad haminem yorumlarını gördüğümde, bütün kalbimle isyan ediyorum ne karşılıklı güven ne de karşılıklı saygının kaldığı bir ortamda nasıl yaşamam gerektiğini bilemiyorum.

Her halükarda, sayın NN, insanların bütün zaaflarına bakmaksızın (hatta bunlara rağmen) bu zaafların üstünde duran ve insanın fikir ve hareketlerini yönlendiren kutsal bir şeyin olduğuna, keza insanın her adımında gizli, maskelenmiş ya da sahte güdüler, art niyetler aranmasının yanlış ve akılsızca olduğuna dair o “eski inancı” korumak istiyorum.
Öpüyorum,
Senin Ovanes Kaçaznuni.
Bükreş
17 Haziran 1923

Daha Fazla Göster
Başa dön tuşu